Bir
varmış bir yokmuş, eski zamanlarda şehrin birinde tuhaf bir insan yaşarmış.
Derler ki bu adam insanların alın yazısını okuyabiliyormuş. İnsanlar o kişinin
yanına gidip alın yazılarını öğreniyorlarmış.
Bu
şehirde başka birinin de çok güzel ve efendi bir kızı varmış. Adam kızının
kaderini merak ediyordu. Ve dayanamadı kızını alıp geleceği gören adamın yanına
gitmiş ‘’ hele bak kızımın kaderi nasıldır, evleneceği kişi kimdir’’dedi. Kader
bilen adam bir kitap getirdi ve inceleme başladı sonra söze başladı ‘’ kızının
kaderi bir buluttur’’dedi. Adam çok şaşırdı ‘’ nasıl bir buluttur, kim bulutla
evlenmiş şimdiye kadar’’dedi. Alın yazısı bilen adam ‘’ ben bilmem kitabı
inceledim kızının kaderini böyle gösteriyor, bir gün bir bulut gelerek kızını
alıp götürecek’’dedi.
Kızın
babası çok üzüldü, düşüncelere daldı. Günlerce yemeden içmeden kesildi. Kızının
kaderi nasıl böyle olabilirdi. Hep merak ediyordu bir bulut nasıl kızını
götürecekti. Kendi kendine ‘’kızımı kendi ellerimle büyüttüm, güzel ahlaklı
yetiştirdim. Onu nasıl bir buluta verebilirim’’derdi.
Bir
gün hava çok bozulmuştu. Dünyayı bulutlar kaplamış yağmur ve rüzgarla gelmişti.
Bulutlar kız babasının evinin önüne durdu ve kızı sararak alıp götürdüler.
Kızın babası bulutun peşine düşüyor ama bulut çok hızlıydı. Bir süre sonra bulut gözden kaybolup gidiyor.
Kızı alıp bir dağın başında bulunan bir sarayın içine bırakıyor. Kız bir baktı ki bulut şekil değiştirerek bir
dev olup karşısına dikildi ve ‘’ ben bulut değil, bir devim ve senin
kaderinim’’ dedi. Kız buna inandı ‘’ madem benim kaderimsin bende seni kabul
edip, kaderime karşı boyun büküyorum’’dedi.
Kızın
bu sözleri devin de çok hoşuna gidiyor ve hazinesinden ne altın, gümüş, elmas
varsa getirip kızın önüne sererek ‘’ al
bunlarla kendini süsle, ben ço zengin biriyim, ne istersen sana getirebilirim.
Sarayımın yedi odası vardır bunların beşi senindir, al bunlarda anahtarları,
diğer ikisi de benimdir. O odalarda ne var diye hiçbir zaman meraklanmayasın’’dedi.
Dev
o odaları merak etme demesi üzerine kız odalarda ne olduğunu daha çok merak
ediyor. Ama anahtarları yanında yoktu. Sarayı arayıp tarıyordu lakin
anahtarları bulamıyordu.
Günlerden
bir gün dev ve kız sarayda oturmuşlardı. Dev başını kızın dizlerinin üzerine
koyup uzanmıştı. Kıza dönerek ‘’ sakallarım kaşınıyor, onları biraz
kaşısana’’dedi. Kız devin sakallarını kaşıma başladı. Sakalları kaşırken eli
gizli odaların anahtarlarına değiyor ve anlıyor ki anahtarlar burada gizli. Hiç
oralı olmayıp kaşımaya devam ediyor.
Gece
dev uyurken kız gizlice sakalların arasındaki anahtarları çalıyor. Sabah olunca
dev her zamanki gibi kalkıp ava gidiyor. Dev içerden çıkar çıkmaz kız anahtarı
alıp odalara gidiyor. Birinci odayı açtığında oda da iki çeşmenin olduğunu
görüyor, birinci çeşmeden altın ikinci çeşmeden gümüş akıyordu. Bu çeşmeler
kızın çok hoşuna gidiyor. Diğer odaya
gidiyor, o odanın kapısını açtığında duvarda insanların dilleri, kulakları,
burunlarının çakılı olduğunu görüyor. Bu manzaradan karşısında çok korkuyor. O
kadar korkuyor ki günlerce yemeden ve içmeden kesiliyor. Her gün biraz daha
geriye gidiyor zayıflıyor, güçten düşüyor. Bir deri bir kemik kalıyor. Üflesen
ruhu çıkacak hale geliyor.
Bu
hali devin de çok dikkatini çekiyor, eşinin bu durumuna çok üzülüyor, kendi
kendine diyor ki ‘’eşimin bir derdi var ama bana söylemiyor. Acaba bu duruma
gelmesinin sebebi nedir’’
Dev,
kızın anne ve babasını özlediğini düşüyor ve onların şekline girerek kızın
geriye gitme sebebini de öğrenmiş olurum deyip bu yönteme başvuruyor.
Birkaç
gün sonra dev kızın annesinin şekline girip kapıya geliyor. Kapının çaldığını
duyan kız kapıya koşuyor, kapıyı açtığında bakıyor ki karşısında yaşlı bir
kadın dikilmiş ‘’ merhaba kızım ben senin annenim’’dedi. Kız çok korktu ve hayretler
içinde kaldı ‘’ büyücü müsün nesin benim annem yıllar önce öldü git
başımdan’’dedi. Kız yaşlı kadını çok terslemişti kadın neye uğradığını
şaşırarak arkasına bakmadan çekip gitti.
Birkaç
gün sonra dev kızın, kardeşi kılığına girip kapıya geliyor. Kız kardeşi
olmadığını söyleyip onu yine kapıdan kovuyor. Dev eşinin derdini bir türlü
çözemiyor. Bu defa da teyzesinin kılığına girip kapıya geliyor. Devin karısı kapıyı açınca karşısında teyzesini
görüyor. Önce ona inanmak istemiyor. Babasının kader okuyucunun haberini
teyzesine anlattığı aklına geliyor ve kadını içeri alıyor. Kız yalnızlıktan çok
bunalmıştı. Kime inanacağını ne yapacağını bilemiyordu artık. Kadını içeri
alıyor ve başlıyor anlatmaya hikâyesini ‘’ o bulut beni getirip bu saraya koydu
sonra baktım bulut bir dev imiş. Bende kaderimdir deyip katlandım. Daha sonra
eşim bana dedi ki ‘’ sarayın yedi odası vardır, beş odası senin iki odası
benimdir. Merak edip onlara girmeyesin’’ devin sözüne rağmen merakıma yenik
düştüm ve anahtarları çalarak o odalara girdim. Birinci oda çok güzeldi içinde
iki çeşme vardı biri altın, diğeri de gümüş suyu akıyordu. Çok hoşuma
gitmişlerdi. Ama ikinci odaya girdiğimde korkunç şeylerle karşılaştım. Çok korktum.
Daha sözü bitirmeden kadın deve dönüştü demek odalara girdin, elimden
kaçamazsın şimdi seni de yiyeyim de gör’’dedi. Kız sağa sola kaçıştı ama bir
çıkış yolu yoktu. Biraz düşündü ve deve ‘’ o zaman bırak bir güzel yıkanayım
öylece beni ye’’dedi. Dev gülerek ‘’ bu kurtuluşun için bahane değil ama yinede
yıkanmana izin vereceğim’’dedi.
Devin
güzel ve akıllı karısı kalkıp hamama gidiyor. Hamama girdiğinde Çingenelerin
oynayıp yıkandıklarını görüyor. Hemen Çingenelerin başkanının yanına giderek
başına gelenleri anlatıyor. ‘’ eğer beni götürürseniz boynumdaki tüm altınları
size veririm’’dedi. Bu teklif kadınında hoşuna gidiyor ‘’peki’’diyor.
Altın
sohbeti geçer geçmez hemen oynamayı bıraktılar. Kıza kendi elbiselerinden
giydirip yüzünü de boyadılar ve aralarına alarak hamamdan hemen çıkıp gittiler.
Çingeneler
kızı götürüp bir şehrin yakınlarında bıraktılar. Kız o kadar güzeldi ki gören
hayran kalıyordu. O sırada avdan dönen şehrin padişahının oğlu onu görüyor ve
kıza hayran kalıp divane oluyor. Kendine geldiğinde bakıyor ki ne kız var ne
bir şey. Kızın peşinden yollara düşüyor sonunda onu bir denizin kenarında
buluyor ve onunla evlenerek sarayına hanım yapıyor.
Kız
bir şartla evlilik teklifini kabul etmişti. ‘’ benim bir düşmanım var, bana
yedi katlı bir ev yapacaksın ve ben hiçbir zaman o yedinci kattan aşağı
inmeyeceğim yeryüzüne’’ dedi. Padişahın oğlu teklifi memnuniyetle kabul edip
ona dillere destan yedi katlı bir konak yapmıştı.
Olayın
üzerinde biraz zaman geçiyor. Biz kızı ve mirin oğlunu sarayda bırakıp devin
vaziyetine gidelim.
Kadın
gittikten sonra dev de peşine düşüyor, köyleri, şehirleri ve ülkeleri arıyor
ama bir türlü izine rastlayamıyor. Bir gün kızın yaşadığı şehrin yakınlarındaki
mezarlıktan geçerken yedi katlı saray gözüne ilişiyor. Orda oynayan çocuklara
seslenerek ‘’ şu yedi katlı konak kimindir’’dedi. ‘’ o konak padişahın gelinin
konağınıdır. Gelin daha önce bir devle evliymiş. Ve korkudan kendine yedi katlı
konak yaptırmış gelin’’dedi çocuklar.
Dev
insan kılığına girerek şehre gitti. Gece insanlar uykuya daldıklarında mirin
sarayının yanına gitti. İlmi okudu üfledi ve sarayın tüm insanlarının ruhunu
bir şişeye doldurdu. Şişeyi de kucağına koyarak yedinci kata tırmanmaya
başladı. Dev sadece kızı uykusunda büyüye bağlamamıştı. Şehir ölüm sessizliğine
bürünmüştü, şehirde sanki kimse yaşamıyordu. Kız devi karşısında görünce çok
korktu korkudan dudaklarını ısırıp kanattı.
Kıza
‘’ hadi kalk gidiyoruz’’dedi. Kız bir şey demedi sakince eşyalarını alıp
arkasından devam etti. Yedinci katın balkonuna geldiklerinde kız cesaretini
toplayarak devi arkadan itti. Dev yedinci kattan aşağı çakıldı ve bir nefeste
canı verdi. Kucağındaki şişe kırınca saraydakiler uyanıyorlar ve soluğu kızın
yanında alıyor. Kızın sağlıklı olduğunu gören mirin oğlu çok seviniyor. Hemen
kapıdaki devi götürüp uzaklarda bir yere gömdürüyor. Ve kendiside kızla saadet
içinde bir hayat yaşıyor.
Çeviri:MASAL NEHRİ
0 yorum: