Çok yaşlı bir padişah varmış. Bu
padişah bir gün öldü. Ve ölmeden önce evlatlarına vasiyet ederek ‘’öldüğü ilk
üç gece kabri başında nöbet tutmalarını istedi’’.
İlk gece büyük oğlu kabrin başına
gidip kandili yakarak nöbet tutmaya başladı. Gecenin bir vakti batı bölgesinden
karanlık bir bulut çıktı. Bu bulut fırtına oldu, kasırga oldu ve gelip mezarın
üstünü açtı. Kandili sönen büyük evlat donup kaldı. Bulut cesedi mezardan
çıkarıp yüzüne tükürüp gitti.
Sabah oldu büyük evlat mezarın
üstünü kapatıp eve geldi. Korkudan kardeşlerine bir şey diyemedi.
Ertesi gece ortanca oğlan nöbet
tutmaya gitti. Aynı bulut yine batı bölgesinden çıkıp geldi. Babasına aynı
muameleyi yayıp gözden kaybolup gitti. Ortanca oğlanda sabah eve geldi. Oda
korkudan kimseye bir şey diyemedi.
Üçüncü gece küçük oğlan nöbet
tutmaya gitti. Onun adi Hallı Ahmet idi.
Gecenin ilerleyen saatler batı
tarafından karabulut tekrardan görünmeye başladı.
-Bu bulut hiç hayra alamet değil,
babamın düşmanıdır kesindir
Halı Ahmet kılıcı çekti ve
beklemeye başladı. Fırtınalı bulut hızlıca geldi. Kandil söndü, ortalık
karardı. Halı Ahmet baktı ki bulutun için bir yaratık çıkıp mezarı kazmaya
başladı. Halı Ahmet kılıcını çektiği gibi yaratığın kafasını olduğu yerde
uçurdu.
Kandili yakabilmek için Hallı
Ahmet’in yanında kibrit yoktu. Evet, gidip kibrit getirmeye utanıyordu çünkü
kardeşlerinin korkup geldiğini söyleyebilirlerdi.
Mezarın başında beklemeye devam
etti, bu sırada uzakta bir ışığın olduğunu gördü. Kalktı ve o ışığa doğru
gitti. Işığın yanına gittiğinde baktı ki elinde biri beyaz biri siyah ipi
dolayan yaşlı bir adam oturmuş.
Yaşlı adama selam vererek
-Dede bunlar ne toptur böyle.
-Bunların biri gündüzdür biri
gecedir evladım. Beyaz topu sardığımda gündüz oluyor. Siyah topu sardığımda
gece oluyor.
-Dede beyaz ipli topu sarsan
gündüz olsun. Bende eve gidip kibrit getireyim sonra siyah ipi tekrar dolarsın.
-Evladım öyle olmaz. Dediğini
yaparsam düzen bozulur tüm canlılar ölür.
Halı Ahmet yaşlı adamı yere yatırıp
üzerine bir taş koydu. Ve ipleri eline alıp beyaz olanı dolamaya başladı. Önünde
bir aydınlık belirmeye başladı. Hallı Ahmet aydınlığa doğru ilerledi.
Baktı ki ilerde bir ateş yanıyor.
Ateşe yaklaştı, ateşin üzerinde kırk kulplu bir kazan vardı. Kazanın etrafın da
kırk dev yatıyordu. Hallı Ahmet devlerin arasından geçip ateşin başına gitti.
Kırk devin zorla kaldırabildiği kazanı alıp yere koydu. Kandilini yaktıktan
sonra kazanı tekrardan ateşin üzerine koyup oradan uzaklaştı.
Bir dev uyanmıştı ama Hallı Ahmet’in
çok güçlü olduğunu görünce ses çıkaramamıştı. Hallı Ahmet biraz uzaklaşınca dev
hemen arkadaşlarını uyandırdı.
-Bir insan yavrusu geldi, kırk
devle zorla kaldırabildiğimiz kazanı kaldırdı ateşini yaktı ve kazanı tekrar
yerine koydu.
Devler hemen onun peşine düşüp
yakaladılar.
-Senden bir şey istiyoruz, eğer
yapabilirsen kırk birinci kardeşimizsin yok yapamazsan seni keseceğiz.
-Söyleyin benden ne istiyorsunuz.
-padişahın üç kızı var bize
onları getireceksin. Padişahın sarayının etrafı yüksek surlarla çevrilidir.
Padişah demiş ki ‘’kim bu yüksek surları aşıp kızımın yanına yaklaşabilirse,
kızımı ona vereceğim’’.
-İznimi verin şimdi gitmem
gerekiyor. Bana kırk tane halat hazırlayın yarın yine geleceğim.
Devler Hallı Ahmet’ten söz
aldıktan sonra onu serbest bıraktılar.
Yaşlı adamın yanına gidip onu da
serbest bıraktı. Ve sonra babasının mezarının başına gitti. Üzerinde sabaha
kadar bekleyip dualar okudu.
Sabah eve geldiğinde hemen
kardeşlerini yanına çağırarak ‘’ bana neden demediniz babamızın başına böyle
bir kaza geliyor. O yaratığı bu gece öldürdüm.
-Utanıyorduk söylemeye.
Hadi gelin gidip mezarını yeniden
bir güzel yapalım.
Kardeşler gidip babalarının
mezarını iyice düzelttiler. Hallı Ahmet’in öldürdüğü yaratığı da bir yere gömüp
evlerine geldiler.
Akşam olunca Hallı Ahmet kalkıp
devlerin yanına gitti.
Devlerden halatları aldı ve
beraber yola çıktılar.
Devler dedi ki ‘’ kazıkları
duvara salpayı öyle çıkabiliriz’’.
Devler kazıkları duvara çakmaya
çalışıyorlardı ama olmuyordu. Duvar çok ser idi ellerindeki taşlar
parçalanıyordu. Hallı Ahmet devleri bir kenara iterek ‘’ çekilin bakalım’’dedi.
Yumruğu ile kazığa vurduğu gibi kazık duvara saplanıyordu.
Kazıkları saplaya saplaya duvarın
üzerine kadar gitti.
Duvarın üzerine oturup devleri
çağırdı ‘’ birer birer gelin kazıkları çakıp bitirdim’’dedi.
Devler duvara çıkmaya başladı.
Her gelen devi yanına vardıkları gibi vurup kafalarını uçuruyordu. Bu şekilde
kırk devin başını uçurdu. Bunların kulaklarını ve burunlarını kesip kesesine
koydu. Padişahın kızlarının odasına gitti ve ayakuçlarındaki kandilleri
başuçlarındaki kandille değişti. Sağ taraftaki kandilleri sol tarafa koydu. Sol
taraftaki kandilleri sağ tarafa koydu. Onların yüzüklerini çıkarıp parmağına
koydu. Kendi yüzüklerini kızların parmağına koydu. Sonra da kesesini alıp evine
gitti.
Kızlar sabah kalkıp baktılar ki
etraflarındaki tüm kandillerin yerleri değişmiş. Cariyenin yaptığını düşünüp
şüphelenmediler.
Ellerini yıkamaya gittiklerinde
yüzüklerinin değiştiğini gördüler ve iyi bir durumun olmadığını farkına
vardılar. Hemen bir kâğıda başlarına büyük bir kazanın geldiğini yazıp
babalarına gönderdiler.
Bu kızlarda canpolatın sevgilisi
idiler. Canpolatın göğsünün üstünde güller ve çiçekler açarmış. Kızlar her Cuma
bir güvercin olup onuna giderlerdi. Akşama kadar eğlendikten sonra akşam yine
evlerine dönerlermiş. Kimse bunların canpolatın sevgilisi olduğunu bilmiyordu.
Babaları kızlarının durumunu
haber alınca hemen şehre gelen yedi yolun üstündeki köprülere nöbetçi koydu ve
gelen gidenlere soruyorlardı.
-Sizler böyle bir şey yaptınız mı
diye soruyorlardı.
Herkes hayır deyip geçiyordu.
Bir gün Hallı Ahmet kardeşlerine
dedi ki
-Gelin gidip biraz gezelim
-Gönlün istiyorsa gidip gezeriz
kardeşim.
Bunlar kalkıp atlarına atlayıp
dağlara gittiler. Dağlarda avlanıp eğlendiler. En sonunda yüksek bir dağın
üzerine çıktılar.
Hallı Ahmet dürbünü alarak sağı
solu kontrol etmeye başladı. Baktı ki padişah yedi yolun üzerine nöbetçiler
koymuş.
Kardeşlerine dönerek
-Hele gidip bakalım onlar kimdir
ne istiyorlar.
Atlarına atlayıp nöbetçilerin yanına gittiler.
Padişah bunlara sorarak
-Siz yiğitlerden biri bunu yapmış
olmasın. Kapımda kırk devin ölüsü var.
-Evet, ben yapmışım dedi Hallı
Ahmet
-Sana nasıl inanabilirim ki.
-Yüzüklerini getirip göstereyim
size.
Hayır, ben bir tek yüzüklere
inanmam. Belki aynısını yapmışsın.
Hallı Ahmet gidip atının üzerine
bağlı keseyi alıp getirdi.
Padişahın yanında açara
-Şimdi inandın mı?
-Bu defa inandım sana yiğit
delikanlı.
Padişah kızlarını yanına getirdi
ve ‘’ devleri öldürüp sizin yüzüğünüzü değişen yiğitle evleneceksiniz’’dedi.
-Hayır, biz bu gençle evlenmeyiz
şartımızı yerine getirmedikçe.
Şartınız nedir kızlarım.
Şartımız bu yiğit kırmızı
topraklı ülkede yaşayan canpolatı öldürüp göğsünde ki güllerden bize
getirmediçe evlenmeyiz onunla.
-Peki gideceğim ama gittiğimde
kardeşlerim sizlere emanettir. Geldiğimde eğer başlarına bir şey gelmişse
ülkeyi başınıza yıkarım.
Hallı Ahmet gittikten sonra
padişah ‘’ bu nerde gidip canpolatı öldürecek’’dedi.
Kardeşlerinin birini kaz çobanı,
diğerini de kuzu çobanı yaptı.
Hallı Ahmet az gitti, çok gitti
beyaz ülkeye vardı. O ülkenin insanları da beyazdı. Ülke de bir köşke rastladı.
Baktı ki köşkün için de yirmi tane kız oynuyor.
Bazılar kırmızı elbise giymişti,
bazıları beyaz elbise giymiş, bazıları pembe elbise giymiş, yalnız siyah elbise
giyen biri oturup onları izliyormuş.
Siyah elbiseli kadın Hallı
Ahmet’i görünce kalkıp yanına geldi.
-Buradan hemen uzaklaş beyaz dev
gelirse seni parça parça eder.
-Dev hangi yol üzerinden gelecek.
-Doğu tarafındaki yoldan gelecek
Doğu yolundan bir süre devam eden
Hallı Ahmet beyaz ülkenin devi ile karşılaşıyor. Devle savaşmaya başlıyor.
Hallı Ahmet onun da kafasını uçuruyor. Devi öldüren Hallı Ahmet tekrar köşke
geliyor.
Köşke oynayan renkli giysili
kızlar siyah giyip oturmuşlar. Siyah giyinmiş kızda renkli elbise giymiş
oynuyor.
Siyah giysili kızlar devin
ruhuymuş onun yasını tutuyorlarmış.
Diğer kızda milyaket padişahının
kızları imiş.
Hallı Ahmet onlara kardeşi gibi
davrandı. O akşam orda kaldıktan sonra sabah yine yola koyuldu.
Az gitti çok gitti siyah toprağın
ülkesine vardı. Aynı şekilde o ülkenin sahibi olan kara devi de öldürdü.
Yine yoluna devam etti ve sonunda
kırmızı toprağın ülkesine vardı
Orada da köşke gitti. Renkli
giysili kızlar oynuyor. Siyah giysili kız oynamıyordu.
Siyah giysili kız hemen gelip
Hallı Ahmet’i uyardı.
-Çabuk git buradan kırmızı dev
geldiğinde sana üfleyerek seni öldürür. Onun ağzından ve burnundan ateş
çıkıyor.
-Hangi yoldan geliyor bu dev.
-Mifak yolu üzerinden geliyor.
Hallı Ahmet’i uyaran kız tekrar
köşküne döndü.
Hallı Ahmet ise devi karşılamaya
gitti. Biraz gittikten sonra dev ile karşılaştı. Ve ikisi kavgaya tutuştu.
Hallı Ahmet devin ateşli nefesi karşısında direnemiyordu. Her yanmış vaziyette
bitkin düştü. Dev onu getirip evin dbir direğine bağladı. Kandili başının
üzerine koyduktan sonra gidip yattı.
Siyah giysili kız Ahmet’in yanına
gelerek,
-Seni çözersem devi öldürebilir
misin?
-Hayır, bunu yapacak halde
değilim, her tarafım yanmış.
-Peki, o zaman onun kılıcını
katran küpünden çıkarabilir misin?
-Hayır yapamam.
Kız gitti Allah’a bolca dua etti
kendisine güç vermesi için. Duası kabul olunan kız kılıcı yerinden çıkarıp
getirebildi.
Hallı Ahmet’i ata bindirdi.
Kılıcıda eline verdi.
-Bedeninin dermanı yaşlı bir
adamda var, babamın ülkesinde yaşardı daha önce ama şimdi filan şehre sürgün
edilmiş.
Onun yanına git seni iyi
edecektir.
Hallı Ahmet atını sürüp o adamın
yanına gitti.
Ahmet karşılayan yaşlı adam
-Milyaket padişahının kızı mı
seni gönderdi?
Evet, o beni gönderdi.
Yaşlı adam bunu dermanlayıp
iyileştirdi.
Atının kulağına katran sürerek
dışarı bıraktı. Hele kalk atına bin bakalım beni duyabilecek mi?
Hallı Ahmet ata binip biraz ileri
gitti. Yaşlı adam ıslık çaldı ve at ürktü.
Yaşlı adam atın kulaklarına biraz
katran sürdü. Hallı Ahmet’i yine gönderdi. Bu defa ne kadar ıslık çaldıysa at
duymadı.
Yaşlı adam Hallı Ahmet’e dedi ki
Şimdi gidebilirsin. Dev senin
atını görünce ıslık çalacaktır. Ne yapsa da at ürkmeyecek. Sen de o zaman onun
kafasını uçurabilirsin
Hallı Ahmet devin köşküne
yaklaştığında baktı ki kırmızı dev sinirli bir şekilde ona doğru geliyor. Dev
ne kadar ıslık çaldıysa at duymadığı için ürkmedi. Hallı Ahmet bir darbeyle
onun kafasını uçurdu. Ve dönüp yaşlı adamın evine geldi.
-Devi öldürdün mü oğlum
-Evet, öldürdüm onu. Peki,
canpolata nasıl ulaşabilip onu da öldürebilirim.
Padişahın üç kızı bunun
sevgilisidir. Şimdi onlar senin gideceğinden bahsetmiştir. Canpolat kılıcıyla
yolda seni bekliyordur. Seni tanımaması lazım yoksa seni hemen öldürür.
Yüzündeki beni keselim, bir gözünü de çıkaralım ve ayağını da topal yaptık mı?
O seni tanıyamaz. Kızların tarif ettiği kişi olduğunu çıkaramayacaktır.
Sana diyecek ne arıyorsun
buralarda, sen de diyeceksin senin yanına çalışmak istiyorum onun için geldim.
O buna sevinecek ve bende böyle
bir şey arıyorum diyecek.
Evine gittiğinizde sana asman
için kılıcını verecek. Hemen alma bu keskindir alamam de. Bunu iki üç defa
söyle o korkma al diyecek. Sende titreye titreye kılıcı al yerine as. O korkak
biri olduğunu düşünecektir. İkinci defa kılıcı asman için verdiğinde arkasından
dolaş ve sırtına geçtiğin kafasını uçur hemen.
Yaşlı dede sen nasıl uygun
görüyorsan öyle yaparız.
Hallı Ahmet’i sakat yapan yaşlı
adam onu yolcu etti.
Bu sırada canpolat da yolda onun
gelmesini bekliyordu. Baktı ki topal biri hey düşüp hey kalkıp buna doğru
geliyor. Kızların tarif ettiği adam olmadığını düşündü.
Topal adama dik dik bakarak
-Ne arıyorsun buralarda.
-Senin yanında hizmetçi olmaya
geldim.
-Bende böyle bir şey arıyordum.
Canpolat bunu evine götürdü. Ve
tekrar yolun başına gelip Hallı Ahmet’in yolunu gözledi.
Hallı Ahmet’e ev de akşama kadar
onun gelmesini bekliyordu.
Akşam eve gelen canpolat
-Kılıcımı duvara as.
-Korkuyorum bir yerimi keser.
Birkaç defa aynı rolü yapıp korka
korka titreyerek kılıcı götürüp astı. Canpolat bunun korkak biri olduğunu emin
olduktan sonra. Hallı Ahmet kılıcı aldı ve Canpolatın arkasından dolanırken
kafasını uçurdu.
Cepleri girip odaların anahtarını
çıkardı. O gün Cuma idi padişahın kızları gelecekti. Hallı Ahmet anahtarlarla
tüm odaların kapılarını açtı. Bahçeye geçti, bahçe çok güzel süsler ve
bitkilerle doluydu. Gidip bir oturağın arkasına gizlendi. Bir süre sonra baktı
ki kızlar geldi.güvercin şeklinden çıkıp üç güzel kız olup canpolatı beklemeye
başladılar. Hallı Ahmet onların canpolatın sevgilisi olduğunu padişaha
ispatlamak istedi. Düşünüp taşındı ve sonunda kızların eteklerinden birer parça
bez kesti. Kızlar çok beklediler canpolat ortaya çıkmayınca onlarda uçuşup
gittiler.
Hallı Ahmet bulunduğu yerden
çıktı ve canpolatın göğsünün üstünden biraz çiçek ve gül kopardıktan sonra
yaşlı adamın yanına gitti. Yaşlı adam dermanlar getirip gözünü ve ayağını
iyileştirdi.
-Devlerin evinde bulunan esir
kızlar gitmiş mi acaba.
-Üç dört gündür evlerine
gitmişler oğlum.
-Peki, ben nasıl yapıp onları
getirebilirim.
-Bir sözüm var eğer yerine
getirirsen kızları da getirebilirsin getiremezsen kızları da bulamazsın
-Sözün nedir söyle yerine
getireyim.
Sözüm odur ki sen milyaket
padişahının ülkesine git. Orada insanlar kırk gün, kırk gece uyur, kırk gün
kırk gece uyumazlar. İki üç gündür uykuya dalmışlar.
Ama benim karım uyanıktır beni
bekliyor. Onu bana getirmezsen kızlara da ulaşamazsın.
-Onların ülkesi hangi taraftadır.
-Mışrik tarafında denizin
ortasındadır.
-O denizi nasıl geçeceğim?
-Sana bir avuç un vereceğim,
denizin kenarına gittiğinde unu denize serp önünde yol açılır ve sen denizi
geçersin.
Yaşlı adam Hallı Ahmet’e bir avuç
un vererek onu yolcu etti. Hallı Ahmet denizin kenarına geldiğinde unu denizin
üzerine serpti, denizin üzeri yol oldu. Ve Hallı Ahmet milyaket ülkesine gitti.
Memlekette herkes uyuyordu. Yaşlı
adamın karısı Hallı Ahmet’i karşılayarak
-Hallı Ahmet buyur otur.
-Nerden biliyorsun Hallı Ahmet
olduğumu?
-Biliyorum benim kocam seni
buraya gönderdi.
Hallı Ahmet biraz oturup biraz
dinlendikten sonra.
-Devler ülkesinden gelen kızların
yerini biliyor musun?
-Onların yerini biliyorum ama
beni kocamın yanına götürmedikçe onların yerini söyleyemem.
Hallı Ahmet söz verdi adına eğer
kızların yerini söylerse kendisini kocasının yanına götürecekti.
Kadın Hallı Ahmet’in önüne
düşerek kızların olduğu yeri gösterdi. Kızlar Hallı Ahmet’i görünce yerinden
çıktılar.
Hallı Ahmet iki gündür orada
bekliyordu. Hazırlıklar yapılıyordu. Yaşlı kadını da yolcu etmeyi unutmuştu
Hallı Ahmet.
Tam yola çıkacakken şehrin halkı
uyandı bunların peşine düştü. Hallı Ahmet kaçıp onlardan kurtulmayı başardı.
Tekrardan kadının evine gitti. Halk kızları da tekrardan yerlerine götürdüler.
Hallı Ahmet kırk gün gizlendikten
sonra halk tekrardan uykuya daldı.
Yaşlı kadın yine ‘’ beni kocamın
evine götürmedikçe kızları götüremezsin’’ dedi.
-Sen aklımdan çıkmıştın teyze.
Gel seni şehrin dışına götüreyim. Sonra gidip kızları getireyim beraber devam
ederiz.
-Olur, oğlum nasıl istersen.
Hallı Ahmet gidip kızları olduğu
yerden çıkardı ve yaşlı kadının yanına geldiler. Denizin kenarına vardıkların
da elinde kalan biraz unu da denize serpti denizin üzerinde yol açıldı. Yaşlı
kadını götürüp evine teslim etti.
Yaşlı adamdan vedalaştılar ve
kırmızı devin ülkesine gittiler. Devin ne serveti varsa aldılar. Sonra siyah
devin ülkesine de gittiler onunda tüm servetini alıp beyaz devin ülkesine
gittiler. Orada da altınlarını alıp kervanlarını yüklediler. Padişahın şehrine
gittiler. Şehrin yanında konakladılar. Padişaha durum bildirildi hemen.
Padişahta Hallı Ahmet’in kardeşlerini hamama göndertip yıkattı. Onlara güzel
elbiseler giydirdi.
Hallı Ahmet padişahın huzuruna
çıkarak
-Bana kızlarını çağır.
Padişah kızlarını çağırdı hemen.
Hallı Ahmet getirdiği gülleri ve çiçekleri bunların önüne döktü.
-Siz kimsenin sevgilisi
değilsiniz, değil mi ?
-Hayır
-Elbiselerinizi kim dikmiş.
-Filan terzi dikmiş.
Hallı Ahmet terziyi çağırtarak
-Sen neden kızların elbiselerine
yama vurmuşsun.
-İlk defasında yanıma
geldiklerinde elbiselerini eksiksiz dikmiştim.
Daha sonra bana yine gelerek, yırtık elbiselerini göstererek. Ellerinde
getirdikleri parçayı yırtık yere dikmemi istediler. Bende diktim.
Hallı Ahmet cebindeki parçayı
çıkararak
-Sizler canpolatın evine
geldiğiniz de bu parçaları sizin elbiselerinizden kestim. Hani kimsenin yâri
değildiniz?
Hallı Ahmet orada kılıcını çektiği gibi
onlarında padişahında kafasını uçurdu.
Milyaket padişahının kızlarından
küçük olanın kendine, ortancayı ortanca abisine, büyüğünü de büyük abisine
aldı. Kendisi de gidip padişahın tahtına oturdu.
Kürtçeden çeviri: MASAL NEHRİ
0 yorum: