Muhammed Zindani


Bir zamanlar bir padişah varmış, Muhammed adında bir oğlu varmış. Muhammed on dört on beş yaşlarındaydı. Bir gün kalkıp babasının huzuruna çıkarak ‘’ baba ben bugün bir rüya gördüm.
Oğlum ne rüya gördün söyle bakalım.
Muhammed babasının sorusunu cevap vermeyip rüyayı yorumlamadı.
Hayır söylemiyorum.
Ertesi gün yine babasını huzuruna çıktı ve divan üyelerinin karşısında bir rüya gördüğünü söyledi.
Evladım hele söyle rüyan nedir yorumlayalım.
Rüyayı yorumlamadan divanı terk etti yine.
Babası çok sinirlendi, oğlum divanımın önünde sözümü dinlemiyorsa yardımcılarım nasıl sözümü dinleyecekler.
Oğlunu tekrardan divana çağırarak ‘’ bana gördüğün rüyayı yorumla yoksa seni öldüreceğim’’ dedi.
Muhammed rüyayı yorumlamadı.
Padişahta dört cellâda emir vererek, oğlunun götürülüp ormanda öldürülmesini istedi. Kanlı gömleği de kendisine getirmeleri söyledi.
Cellâtlar Muhammed’i alıp ormana gittiler. Bir taraftan da genç delikanlıya kıyamıyorlardı.
Muhammed biz seni öldürmeyeceğiz, senin yerine bir tilkiyi öldürüp elbiselerini de onun kanına sürerek götürüp babana göstereceğiz. Sen de babanın ülkesinden çık uzaklara git, eğer seni görürse hepimizin sonu olur. Muhammed’i yolcu ettikten sonra kanlı elbiselerini getirip babasına gösterdiler. Babası elbiseyi görünce cellâtlarına inandı.
Muhammed ise ormanın için de hızlıca yol almaya başladı. Karanlık çökmeden meşelikten çıkmak istiyordu. Ama başaramadı gecenin karanlığı üzerine çöktü vahşi hayvanların korkusundan bir ağacın başına çıktı. Sabaha kadar soğuktan titredi.  O gün de batı ülkesinin padişahının oğlu da ormana ava gelmişti. Dürbünle etrafı yoklarken ağacın üzerindeki Muhammed’i gördü.
Hemen hizmetçilerine seslenerek ‘’ gidin bakın o nedir kimdir, eğer âdemoğlundan ise benim kısmetimdir, hayvan ise sizin kısmetinizdir’’ dedi. Hizmetçiler gidip baktılar ki bu daha yeni yetişen bir delikanlıdır. Alıp padişahın oğluna getirdiler, padişahın oğlu bu delikanlıyı çok sevdi ve şehrine getirdi. Hizmetçilere emrederek götürüp hamamda yıkatmalarını istedi. Hizmetçiler de Muhammed’i hamamda bir güzel yıkadılar. Padişahın oğlu kız kardeşi Mirnigar’a yeni kardeşliği için güzel bir elbise getirmesini istedi.
Muhammed artık sarayda yaşamaya başladı. Padişah ve etrafındakiler onu çok sevdiler, ev halkından biri saydılar. Mirinigar ve Muhammed beraber gezdiler oynadılar derken gizliden gizliye birbirlerini sevmeye başladılar.
Bir gün Muhammed batı ülkesindeki padişahın oğluna ‘’ ben bu gece bir rüya gördüm’’ dedi.
Rüyanı anlata dinleyelim dedi.
Muhammed yine rüyasını anlatmadı.
Ertesi gün padişahın divanına çıkarak ona da bir rüya gördüğünü söyledi.
Padişah ta anlat dinleyelim dedi.
Muhammed ona da rüyayı anlatmadı. Padişah bu duruma çok sinirlendi. İnada bindi emir verdi Muhammed’i taş zindana attırdı. Her gün yarım ekmek ve yarım bardak su verilmesini emretti.
O günden sonra Muhammed’e Muhammed Zindani denildi.
Mirnigar, Muhammed’in zindana atılmasını duyunca çok üzüldü, kendini harap etti. Ama sonra düşündü ki böyle yaparsa Muhammed’e bir yardım edemeyeceğini anladı. Muhammed’in zindan da çürümemesi için gizlice ona yemek götürmeye başladı. Sonra da çarşıya gidip dört kişi tuttu ve gizlice tünel kazmalarını istedi. Böylece zindandan kendi odasına kadar tünel kazdırttı ve geceleri görüşmeye başladılar. Geceleri sabaha kadar görüştüler, gülüştüler ve şakalaştılar sabaha karşı da Muhammed tekrar zindanına gitti. Bir yılı böyle geçirdiler. Derken bir gün doğu ülkesinin padişahı batı ülkesinin padişahına aynı boyda, kiloda ve renkte üç at gönderdi. Bunlardan hangisinin yavru tay ve büyük tay olduğunu çıkarmasını istedi eğer bilmezse kendisinden yedi yıllık haraç ve kızı Mirnigar’ıda oğluma eş olarak alacağım.
Padişah bu mektubu okuyunca hemen tüm vezirleri, danışmanları ve kızı Mirnigar’ı çağırdı toplantıya. Kimi tay kısrak, kısrağa tay dedi, ne yaptıysalar atların yaşlarını birbirinden ayıramadılar.
O gece Mirnigar morali bozuk bir şekilde babasının divanından ayrıldı. Odasına gelirken baktı ki Muhammed kanepe de oturmuş onu bekliyor. Muhammed, Mirnigar’ın moralsiz ve üzgün olduğunu görünce ‘’ ne oldu gözümün nuru neden üzgünsün’’ dedi.
Bu gece belki son görüşmemiz olacak, doğu padişahının sorusunu da Muhammed’e anlattı.
Muhammed gülümseyerek ‘’ Mirnigar’ım üzülme keyfini bozma ben sabaha kadar bir çaresini bulurum’’ dedi.
Bu sözleri duyan Mirnigar’ın keyfi yerine geldi.
Sabaha karşı Muhammed kalkıp zindanına gitmeye yöneldi, bu sırada Mirnigar ‘’nereye gidiyorsun hani bana cevabı verecektin, yoksa beni artık görmek istemiyor musun’’dedi.
Babanın gözleri çıksın senin hatırın için cevabı söyleyeceğim yoksa söylemezdim.
Üç atı da götürün bir ahıra koyun. Üç gün bunları aç ve susuz bırakın, üçüncü gün bunları çöle bırakın o zaman en büyük at en öne düşecektir, taylarda yaşlarına göre peşinden sıralanacaklardır.
Her birinin yaşına göre boyunlarına farklı renkte ip bağlayarak yaşlarını belirtip öylece gönderin doğu ülkesinin padişahına.
Muhammed’in dediği gibi yapıp atları gönderdiler.
Doğu ülkesinin padişahı durumu görünce şaşırdı. Bu defa da boncuk gönderdi ve yanında kilometrelerce uzun karmakarışık bir ip gönderdi bu boncukları düzgün bir şekilde ipe geçirmelerini istedi. Eğer yapmazlarsa eski tehdidinin geçerli olduğunu tekrarladı.
Divan yine toplandı ama bir şey yapamadılar.
Mirnigar yine Muhammed’in yanına gidip durumu bildirdi. Muhammed’e nasıl yapacağını anlattı.
Sabah Mirnigar babasının divanına çıkarak boncuğu ve ipi getirmelerini istedi.
Mirnigar ipi yağlayarak boncuğu geçirdi. İpe geçen boncuk kaya kaya diğer uca kadar gitti. Böylece Mirnigar tüm boncukları ipe geçirip iki ucunu birbirine bağladı.
Ve doğu ülkesinin padişahına göndermelerini istedi.
Doğu ülkesinin padişahı ip görünce çok sinirlendi ve ‘’ demek bu padişahın çok akıllı danışmanları var, soru yoluyla değil kuvvet yoluyla yenerim artık’’ dedi.
Adamlarına emir vererek beş yüz kilo ağırlığında bir kalkan ve yüz kilo ağırlığında bir mızrak yapmalarını istedi.  Bunları batı ülkesinin padişahına göndererek ‘’ bu mızrağı fırlatıp kalkandan geçireceksiniz yoksa eski sözüm hala geçerlidir’’ dedi.
Batı ülkesinin padişahı kalkanı ve mızrağı görünce ülkesindeki ülkesinde ki tüm pehlivanları çağırdı. Pehlivanlar mızrağı kaldırmaya çalışıyorlardı ama ancak diz boyu kaldırabiliyorlardı. Kimi ise kaldırıyor fakat ileriye fırlatamıyordu. Köylüler ve şehirlilerde sıraya girdi lakin kimse beceremedi.
Tüm bunları gören Mirnigar’ın canı sıkıldı ve kalkıp evine gitti. Onun moralsiz halini gören Muhammed durumu sordu, Mirnigar’da meseleyi aynen anlattı.
Muhammed dedi ki ‘’ git babana söyle zindandakileri de getir belki onlardan biri yapar, eğer beni de götürseler o zaman bir çaresine bakarım.
Mirnigar babasına gidip zindandakilerin yapmasını teklif etti, padişah hemen emir vererek tüm tutukluların meydana getirilmesini istedi. Meydana gelen mahkûmların hepsi bir deri bir kemik kalmışlardı fakan Muhammed ise bir pehlivan misali canlı görünüyordu. Onu görenler gözlerine inanamıyorlardı. Zindan da nasıl olurda böyle diri kalabilirdi.
Hangi mahkum geldiyse mızrağı yerinden bile kaldıramadı. Sıra Muhammed’e gelmişti Muhammed’ de mızrağı kaldırmaya çalıştı ancak diz boyu kaldırabildi tekrar yere attı. Duruma çok şaşıran Mirnigar çok üzüldü dayanamadı gözyaşlarını tutamadı.
Muhammed göz altından Mirnigar’a baktı, Mirnigar’ın ağladığını görünce gücünü toparladı tekrardan mızrağı aldı ve üç adım geri geri gidip mızrağı fırlattı. Mızrak kalkanı delip diğer tarafa geçti.
Mızrağı ve kalkanı bu şekilde doğu ülkesinin padişahına gönderdiler. Padişah vaziyeti görünce deliye döndü böyle olmaz ben o padişahın danışmanlarını alıp onları yok etmeliyim dedi.
Muhammed Zindani’ye mektup göndererek kendi  ülkesine davet etti.
Muhammed’de padişahından ve Mirnigar’dan müsaade isteyip yola çıktı.
Muhammed Zindani yolda giderken birkaç kişiye rastladı, bunların isimleri şöyleydi: hiç doymayan, kulağı büyük, kavalcı, susuz kalan, hiç ısınmayan ve dağ alıp dağ üstene koyan adam adındaki insanlarla tanıştı.
Bunlar Muhammed Zindani’den kendilerini de yol arkadaşı edinmesini istediler.
Doğu ülkesine beraber gittiler.
Padişaha haber verdiler ki batı ülkesinin danışmanları ve pehlivanları gelmiş diye.
Padişahta hemen misafirlerini kabul etti.
Akşam bir koyun kesip bunlara gönderdi. Hiç doymayan her arkadaşına bir tabak et koydu. Kalan eti de birkaç lokma da yedi
Sabahla birlikte bağırıp çığırmaya başladı.
Padişahın evi yıkılmasın akşamdan beri bizi aç susuz bıraktı.
Padişah hizmetçilerini çağırarak ‘’ hemen gidip iki tane koç bir tane ineği kesip bunların önüne koyun’’ dedi.
Akşam hizmetçiler misafirlerin önüne yemekleri koydular.
Sabah olunca hiç doymayan yine ‘’ padişahın evi yıkılması bizi aç susuz öldürdü.
Padişah durumu duyunca çok şaşırdı. Hizmetçilerini çağırarak ‘’ bunları götürün başka bir odaya koyun ve gece üzerlerine su açın boğulsunlar’’ dedi.
Kulağı büyük, arkadaşlarına bağırdı susun, Padişah niyetlenmiş bu gece bizi öldürecek dedi.
Susuz kalan ‘’ telaşlanmayın hiç akşam ola hayrola’’ dedi.
Akşam olunca bunları başka bir odaya koydular.
Akşam havalandırmadan bunları üzerine suyu açtılar. Su açılınca Susuz kalan, ağzını suya dayadı, su sanki yerin dibine batıyormuşçasına kayboluyordu. Vaziyet sabaha kadar böyle devam etti.
Sabah olunca padişah suyun kesilmesi için adamlarına emretti.
Kendi kendisine de şimdi bunların hepsi boğulmuşlardır, cesetleri su yüzünde yüzüyor dedi.
Misafirler dışarı çıkıp yine havar havar etti, padişahın evi yıkılmasın bizi aç bıraktı ve bir damla su bile vermedi dediler.
Padişah bunları duyunca çok şaşırdı ve hemen adamlarına emretti ‘’ bunları başka bir odaya koyun üstlerinde ateş yakın sabaha kadar kömür olsunlar’’ dedi.
Kulağı büyük, padişahın dediklerini yine duydu ve durumu arkadaşlarına bildirdi. Hiç ısınmayan, telaş etmeyin sıra bendedir. Dedi
Akşam oldu bunları yeni odaya koyup etraflarına ateş yaktılar. Baktılar ayaklarının etrafı ısınıyor, duvarlara doğru gittiler, duvarlarda çok ısınmıştı. Yaslananı yakıyordu adeta, bağrışmalar başladı. Hiç ısınmayan, devreye girdi duvarlara bir üfledi duvarlar iç tarafı buzla kaplandı. Bu defa üşümekten titrediler.
Sabaha karşı padişah ateşi söndürmelerini emretti.
Sabah padişahın adamları bunların yanan cesetlerini atmak için kapıyı açtılar, hepsi birden ‘’ padişahın evi yıkılsın bize yemek vermiyor anladık bizi neden soğuk bir yere koyuyor, sabaha kadar donduk burada.
Padişah baktı bunlarla baş edemeyecek, adamlarını çağırarak ‘’ akşam bunları davet edin yemeklerine zehir koyun ancak böylece kurtulabiliriz’’ dedi.
Kulağı büyük, yine söylenenleri duydu ve durumu arkadaşlarına bildirdi.
Kavalcı, Muhammed Zindani’ye ‘’ akşam onlar bizi çağırdıklarında, deyin ki bizler kaval dinlemeden yemek yemeyiz, ondan sonrasını bana bırakın’’dedi
Öyle de oldu akşam padişah bunları divanına çağırdı, kavalcı kavalını çaldı bunların beyinleri büyülenmiş gibi farkına varmadan önlerindeki yemekler değişti.
Padişah ve vezirlerinin hepsi öldü.
Muhammed Zindani ve arkadaşları da kalkıp evlerine doğru gitmek için yola koyuldular. Dağ dağ üstüne koyan’ da kaklı padişahın sarayını halatla sardı kızı ile birlikte yüklendi sırtına. Yolun ortasında diğer arkadaşları izin isteyip işlerinin başına gittiler. Muhammed Zindani ve Dağ da üstüne koyan yalnız kaldılar. İkisi de birlikte batı ülkesine gittiler. Batı ülkesinin padişahı sabah kalkınca gözlerine inanamadı bir baktı ki Muhammed Zindani gelmiş ve yanına doğu ülkesinin sarayını da almış. Muhammed Zindani padişaha selam vererek huzuruna çıktı ‘’ padişahım doğu ülkesinin padişahını alt ettim, ve kızını oğluna sarayı da kendime alıp getirdim. Padişah çok sevindi ve kızı Mirnigar’ı da Muhammed Zindani’ye helallik verdi yedi gün yedi gece düğün yapıldı.
 Ben o zaman rüyamda görmüştüm ki bir elimde ay, bir elimde güneş var, rüyamın yorumu da şudur: artık hem batı ülkesinin hem doğu ülkesinin sahibiyim.


 Masal NEHRİ

0 yorum: