Bengin’in Masalı


Derler ki eski zamanlarda bilinmeyen bir diyarda bir ülke varmış. Bu ülkenin etrafı geniş ormanlar ve yüksek dağlarla çevriliymiş. Etrafındaki ormanlar o kadar sık olurmuş ki ok geçmeyen ormanlar denirmiş bu ormanlara. Yüzlerce çeşit, hayvan ve bitkiler yaşarmış bu ormanda. Etrafındaki dağlarda bulutların üzerine çıkacak kadar yüksekmiş. Dağlarının ıssız olduğu kadar ovaları da çok geniş ve bereketliymiş. Bu ülke her şeyiyle çok zenginmiş bol su kaynaklarının bulunduğu ülkenin insanları zengin ve onurlu kimselermiş.
Ülkenin mirinin adı Husro imiş. Ona Mir Husro derlemiş. Mir Husro yetmiş yaşındaydı. Mevsimlerden sonbahardı, zamanlardan gün batımı idi. Mir’in üç oğlu, üç tane de kızı varmış. Büyük oğlunun adı Zengin, ortanca oğlunun adı Dengin, en küçüğünün adı da Bengin’di.
Büyük kızın adı: Rojbanu, ortanca kızın adı Hesirbanu, küçük kızın adı da Hivbanu’idi.
Bir gün Mir Husro kızlarını ve oğullarını etrafına toplamış onlara öğütlerde bulunuyordu. Ben öldükten sonra kuzeyin ülkesinden üç kişi bacılarınızı istemeye gelecekler. Her biri bir ülkenin sahibidir. Kardeşlerinizi onlarla evlendiriniz. Onları geri çevirirseniz size düşman olurlar. Düşmanlıkları çok çetindir karşılarında tutunamazsınız.
Üç gün sonra yüksek ve karlı dağların, geniş ve bereketli ovaların, ok geçmez ormanların, billur sulu çeşmelerin sahibi Allah’ın rahmetine kavuştu.
Mir Husro’nun kırkı çıktıktan sonra bir misafir gelip divana oturdu. Bu misafir bir dev idi. Çok iri ve gösterişliydi. Bakışları karşısında insanın yüreğinin teli kopuyordu. Gür sesi sarayda yankılanıyordu.
-Ben geniş ve korkusuz çöllerin sahibi Çolo’yum ve bacını Rojbanu’ya talibim.
Çolo’nun bu isteği üzerine üç kardeş birbirleriyle danışmak için müsaade isteyip çıktılar.
Büyük ve ortanca kardeşler niyetsizlerdi kızı vermede.
-Biz bacımızı bu deve veremeyiz.
Küçük kardeşleri Bengin’de
-Babamızın vasiyetidir. Kardeşimizi vermeliyiz.
Kardeşlerin tartışması gittikçe büyüyordu. Çolo vaziyeti anladı. Biliyordu ki kim ondan yana kim onun karşısında. Canı sıkıldı ve kalktığı gibi Rojbanu’yu omuzlarının üzerine atarak hızlıca saraydan kaçıp gitti.
Üç kardeş duydular ki Çolo kız kardeşlerini alıp gitmiş. Hemen atların atlayıp çöl devinin peşine düştüler. Yolda karşılarına kara bir bulut çıktı. Bu buluta atlayan Çolo kardeşleriyle beraber gözden kaybolup gitti.
Çaresizce dönüp evlerine geldiler. Ertesi gün kuzeyden başka bir misafir geldi. Bu misafir de dev idi. Görünüşü çok heybetli ve diğer devi aratmıyordu.
-Ben yeşil ve geniş olan ormanların sahibi Daro’yum. Ormanlarımın içinde bin bir güzellikler hayvanlar ve nebatlar vardır. Ortanca bacınız Hesirbanu’ya talibim.
Üçkardeş birbirleriyle müzakere yapmak için yine izin istediler. Büyük ve ortanca kardeş yine isteksizdiler.
-Bu yaratık ormanlar da yaşayan bir devdir. Biz nasıl bacımızı buna verebiliriz.
Bengin onlarla aynı fikirde değildi.
Bu babamız Mir’in vasiyetidir. Ona bacımızı vermeliyiz.
Kardeşler kavgalarını bitirmeden Daro ortan kız olan Hesirbanu’yu alıp gitti.
Üç kardeş yine silahlarını kuşanıp devin peşine düştüler.
Yedi konak kadar peşinden gittiler Daro’nun. Devi yakalamaya az kalmışken bir yağmur yağmaya başladı ki ortalığı seller sular götürmeye başladı. Daro’da ağaçlarına seslendi. Hemen birkaç ağaç geldi. Bazıları set oldu kardeşlerin önünde. Daro’da diğer ağaçlarına binerek uzaklaşıp gözden kayboldu.
Yine bin pişman evlerine döndüler. Daha nefes almadan ertesi gün yeni misafir gelip divana oturdu. Bu misafir de bir devdi. Görünüşü diğerlerinden ürkütücü ve iriydi.
-Ben başı dumanlı ve karı eksik olmayan, vadi ve mağaralarıyla ünlü dağlar ülkesinin sahibi Gıro’yum.
Bacınızı istemeye geldim
 Kardeşler ondan müsaade istedi. İki büyük kardeş fikirlerinde ısrarcıydılar.
 Bengin de babasının vasiyetini yapmakta ısrarcıydı.
İki büyük bacımızı vermedik devlere ne oldu sonları, zorla alıp gittiler.
Gıro diğer misafirlerin yaptığı gibi baktı ki kardeşlerde bir hayır yok. Küçük kız kardeşleri Hivbanu’yu omuzlarına alıp gitti. Kardeşler de hemen atlarına atlayıp peşinden gittiler. Yüksek dağların dibine kovaladılar onu. Dağlardan bir kar ve tipi başladı ki göz gözü görmez oldu. O tipinin içinde Gıro bacılarıyla birlikte sırra kadem bastı.
Üçkardeş ancak kendilerini kar ve fırtınadan kurtarıp evlerine dönebildiler.
Bacılarının gidişinin üzerinden çok zaman geçti. Derler ki zaman her şeyin ilacıdır. Lakin yaraları da iyileştirmez sadece kabuk tutar.
İki büyük kardeşin evliliğinin üzerinden de çok zaman geçmişti. Yaraları tam iyileşmese de artık kabuk tutmaya başlamıştı. Kardeşler gülebiliyordu artık. Sıra küçük kardeş olan Bengin’in evlenmesine gelmişti.
Bengin’in gönlü batı ülkesinin miri olan Mir Lezgin’in kızındaydı. Yiğitlerin ve pehlivanların nam saldığı bir ülkeydi burası. Mir Lezgin’in kızını çok isteyen vardı lakin Mir Lezgin kadim dostu olan Mir Husro’nun oğluna vermeyi uygun gördü.
Kırk gün kırk gece düğünden sonra, bir adam gelip Mir Husro’nun divanına misafir oldu. Konak çok misafirperverdi. Gelen yabancıya her türlü ikram yapıldı. Gecenin bir yarısı bu misafir Mir Husro’nun gelinin yani Bengin’in yeni hanımını sessizce alıp kuzeye doğru kaçıp gitti.
Mir Husro’nun divanı böyle bir şeyi hiç akıllarına getirmezlerdi. Sabah olunca durumun farkına vardılar. Baktılar ki ne gelin var nede misafir. Divanda bulunan diğer misafirler de çok utanıp mahcup oldular. Bengin ağabeylerinin yanına gitti.
-Ağabeylerim dün bir tüccar gelip bize misafir oldu yemeğimizi yedi, suyumuzu içti ve gece de benim hamımı alıp kaçtı. Şimdi ben onun peşinden gideceğim. Bu benim görevimdir. Sizde burada kalıp ülkemize sahip çıkıp bakalım kader bize ne çizgi çiziyor.
Bengin hazırlığını yaptı ve yola çıktı. İzleri takip ederek kuzeye doğru gitmeye başladı. Dönüşü olmayan bu yolda başına neler geleceğini oda bilmiyordu.
Kimse bilmiyordu kaç gün yol gitti. Günlerce yürüdü çok vadi, dere, dağ geçti. Issız bir yere vardı. Artık ülkesinin sınırlarının dışına çıkmıştı. Baktı ki her tarafta kum var. Uçsuz bucaksız bir çöldü burası.
Çölde günlerde yürüdü. Atı sıcağa ve susuzluğa dayanamayıp öldü. Yemeği ve suyu da bitmişti Bengin’in. Her yer o kadar sakin ve sessizdi ki hafif esen rüzgârdan başka bir şeyin sesi yoktu ortalıkta.
Bengin aç ve susuz olarak ıssız çölde birçok serap görüyordu. Gözlerinin önüne yeşillikler geliyordu. Kendini yeşilliğe doğru tutuyordu ve bir süre sonra yeşillikler kumluk olarak çıkıyordu önüne.
Kimse bilmiyordu bu şekilde kaç gün ve gece geçirdi. En sonunda bir akşamüstü takatten düşüp ölme derecesine gelmişti.
Halsiz bir şekilde kendini derin uykunun kollarına bıraktı. Uykusunda bir dev gelip kumları ve tepeleri yuttu. Başka bir dev de bu devin yuttuğu yerden su doldurmaya başladı. Bengin anladı ki denize yakın bir yerde. Olduğu yerden fırlayıp kendini denize attı. Boğulurcasına yüzüyordu. Derken büyük ablası kolların tutup denizden çıkardı Bengin’i. Bengin tuhaf hisler içinde kendine gelebildi. Güneş yükselmiş kuşluk vaktiydi. Etraf yine çöldü, uzakta bir şeyler gördü. Ne olduğunu bilmediği yapıya doğru gitti ve baktı ki burası bir köşk. Köşke yaklaştı ama içeri giremiyordu. Köşkün etrafı çok yüksek surlarla çevriliydi. Kapıda beklerden birden kapı açıldı. Kapıyı açan büyük ablası Rojbanu idi. Kardeşini gören Rojbanu ona sıkı sıkı sarılıp ağlamaya başladı.
-Vay kardeşim kurban olduğum sen ne ararsın buralarda.
Bengin başından geçenleri bir bir ablasına anlattı.
Rojbanu’nun kocası dev idi ve bu durumda Rojbanu’yu korkutuyordu.
-Birazdan kocam Çolo gelecek ve seni görürse bir darbe de öldürür.
Rojbanu hemen bir şeyler okudu ve kardeşi Bengin bir vazo oldu. Onu götürüp kapının arkasına koydu.
Akşam oldu ve patırtısıyla gürültüsüyle Çolo çıkıp geldi. Çok heybetliydi Çolo. Sesi köşkü inletiyordu. Burada ademoğlu kokusu alıyorum hanım.
-Yabancı kimse burada yoktur yiğidim.
-Hanım biliyorsun burnum beni yanıltmaz. Eğer büyük ve ortanca kardeşlerin gelmişse onları bir sakız gibi çiğnerim lakin küçük kardeşin Bengin ise onun yeri bende başkadır. Başım gözüm üstüne gelmiştir ve ne isterse elimden geleni de yaparım.
Rojbanu bu sözleri duyunca rahatladı ve okudu vazo insan oldu.
Bengin ayağa kalktı damadıyla kucaklaştılar.
-Şimdiye kadar hiçbir beniâdem buraya ulaşamamıştır. Söyle bana Bengin hangi sebep seni buraya getirdi.
Bengin başına gelenleri damadına anlattı.
-Bahsettiğin şahsı iyi tanıyorum. Lakin mekânı benim ülkemden uzaktır. Geniş ormanların sahibi olan Daro kardeşim sana yardım edecektir.
Bunun üzerine Bengin şafakla birlikte kalktı, kız kardeşi ve damadıyla vedalaşıp yola çıktı.
Gecelerce gitti, günlerce gitti az gitti çok gitti.
Hülyalar görerek vadilerde, dağlarda, yağmurları, fırtınaları, sıcakları ve soğukları geçerek ok geçmeyen ormanlara varabildi en sonunda.
Ormanlık yemyeşildi ve binlerce tür hayvan, çiçek, bitki ve canavar yaşarmış.
Benginin olduğu taraf sessiz ve ıssız idi ama diğer taraf bambaşka bir dünyaydı.
Korkunç hayvanların sesleri çıkıyordu ormandan. Bu sesler korkunçluğu insanın yüreğini ürpertiyordu.
İnsanın yüreğini titreten ormana girdi Bengin.
Sığ ağaçların arasında biraz ilerken gümüş renginde bir kaplan saldırdı. Kılıcını çeken Bengin üzerine atlayan kaplanın kalbine sağladı.
Nefes alıp biraz ilerleyeyim derken iki aslan üzerine saldırdı.
Oku yaya koyduğu gibi aslanın birini indirdi. Diğer aslan Bengin’in üzerine atladı. Kalkanla kendini korumaya çalıştı ve yerdeki mızrağını aslanın kalbine sapladı.
Çok yorulan Bengin bir ağaca yaslanıp biraz dinlendi. Ve baktı ki sesler geliyor. Hemen kılıcı çekip hazırda bekledi. Gelenler sırtlandı çoktular sesleri Bengin’i ürkütüyordu. Buna rağmen kaçmadı ve savaşmaya başladı, birkaç tanesini de öldürdü. Sırtlanlar bu şekilde bitecek gibi görünmüyorlardı.
Başka bir gürültü gelmeye başladı. Bu sesin heybeti karşısında sırtlanlar ve diğer yabanı hayvanlar sağa sola kaçışıp ormanın derinliklerinde kayboldular.
Bengin baktı ki karşısında bir dev duruyor ve sinirden burnundan ateş soluyor.
-Ey beniâdem şimdiye kadar hiç kimse cesaret edip benim diyara girmedi. Sen kimsin benim ormanıma destursuz girip hayvanlarımı da öldürüyorsun.
Bengin hemen kendini tanıttı deve.
Ben ki geniş ve uçsuz bucaksız ormanların sahibi Daro’um.
Eğer sen değil de büyük kardeşlerin olsaydı onları bir nefeste yutardım. Senin yerin bende başkadır buyur gidelim misafirim ol.
Daro ve Bengin eve gittiler.
Kardeşini gören Hesirbanu ona sarılıp ağladı. Kardeşine hemen yemek hazırladı. Yemekten sonra oturup dertleştiler. Bengin yolcuğunu başına gelenleri anlattı.
Daro kayınbiraderine yardımcı olmak istiyordu.
Bengin bahsettiğin adamı tanıyorum ama buraya çok uzaktır. O yer altı dünyasının sahibidir yolu da küçük kardeşim olan Gıro’nun ülkesindedir. O yere varman için kırk ölçü derinliğinde bir kuyu var o kuyudan içeriye girebilirsin.
Bengin artık daha iyi anlıyordu yolunun ne kadar çetin ve uzak olduğunu.
-Ben nasıl edeceğim oranın yolunu bilmiyorum.
-Sen merak etme Bengin, kardeşimin sınırlarına kadar sana eşlik edeceğim.
Sabah kahvaltıyla birlikte damadıyla birlikte dağları ve derin vadileri aşarak yol aldılar.
Az gittiler çok gittiler, dağları taşları aştılar ve sonunda küçük devin ülkesine vardılar. Burada helalleşip ayrıldılar.
Bengin yeni ülkede yol almaya başladı. Mevsimlerden sonbahardı ve karlar yağmaya başlamış hava buz gibiydi.
Her taraf bembeyazdı ve kardan başka bir şey görünmüyordu. Arada bir kar fırtınasının sesi sessizliği bozuyordu.
Günler ve gecelerce yol aldı, dağları bayırları aştı. Sonunda bir dağın yamacında bir mağaraya vardı.
Mağaraya biraz çalı çırpı getirip ateş yaktı. Bengin biraz ısınıp kendine geldi. Bir ses gelmeye başladı. Bu ses çok heybetli ve gürdü her adımda daha da gürleşiyordu.
Bengin kılıcını çekip savaşmaya hazırlandı.
Sesin sahibi ‘’ kimsin ne ararsın burada?’’dedi.
Bengin kendini tanıttı sese.
Eğer sen büyük veya kardeş olsaydın seni bir lokmada yutardım.
Hoş gelmişsin Bengin yerin bende başkadır buyur evime gidelim.
Kalkıp devin köşküne gittiler. Kardeşini gören Hivbanu çok sevindi ona sarılıp uzun uzun ağladı. Oturup hasret giderip sohbet ettiler.
Bengin başından gelenleri burada da anlattı.
Damadı Gıro, Bengin’i yolundan çevirip evine göndermek istedi. Ama baktı ki Bengin kararlıdır.
-Bengin bahsettiğin adamı iyi tanıyorum. Yer altı dünyasının sahibidir. Oda bizim gibi bir devdir.
O devin yolu ülkemden geçer, giriş yeri bir kayanın dibindedir. Bu kuyu kırk ölçü derinliğindedir. Şimdi dinlen sabah seni oraya götüreceğim.
Sabah şafakla birlikte kırk deve yükü şerit ile yola çıktılar. Bengin kız kardeşinden vedalaştıktan sonra dönüşü olmayan yola düştü.
Az gittiler çok gittiler. Geceler ve günler boyu yol gittiler. Kimse bilmiyordu ne kadar yol yürüdüler. Sonunda damadının bahsettiği kuyunun başına vardılar.
-Bengin bu kuyu çok derindir. Kırk devenin yükü halat yetebilirde, yetmeyebilirde. Burası yerin merkezine yakın bir yerdir ve çok sıcaktır. Çok sıcak olurda dayanamazdan bana işaret et seni geri çekerim yukarıya.
-Hayır, kurban, ben sıcaktır desem de sen ben indirmeye devam et. İnişim olsun ama çıkış asla olmasın.
Bengin Allah’a çok dua ettikten sonra halatı beline bağladı.
-Hadi damat beni aşağıya doğru sal.
Gıro onu yavaş yavaş indirmeye başladı. Bir süre sıcak Bengin’i rahatsız etmeye başladı.
-Damat beni yukarı çek yandım.
Birbirlerine söz vardı aşağı bırakmak vardı, yukarı çekmek yoktu.
Bengin yandım beni çek dedikçe Gıro daha da hızlı onu aşağı indiriyordu ip bitene kadar.
İp bittikten sonra Gıro kalkıp evine gitti.
İp bittiğinde Gıro ipi bırakmıştı lakin Bengin daha yere varamamıştı. Yüksekten gelip yere çakıp ve orda bayıldı. Gözlerini açtığında baktı ki karanlık bir dünyadadır.
Biraz sonra gözleri karanlığa alışmaya başlayınca Bengin yoluna devam etmeye başladı.
Az gitti çok gitti baktı ki uzakta bir şehrin ışığı görünüyor. Kendini o ışığa doğru tutup gitti. Şehrin sokaklarına vardığında gördü ki şehir derin bir yas içindedir. Yaşlı bir adama yaklaşarak ‘’ dede tüm üzüntü ve keder neden bu şehre toplanmış’’dedi.
-Evladım bir ejderha bizim şehrin suyuna musallat olmuş. Suyun başında oturur biz her sene ona on dört yaşında bir kızı veriyoruz ve oda bir senelik suyumuzu açıyor. Diğer seneye kadar idare edene ediyoruz bu suyla.
Şehrimizin padişahı da her sene kura çeker ve kura kime çıkarsa o ev kızını götürüp ejderhaya verir. Bu sene kura bana çıktı sabah bende kızımı götürüp ejderhaya vermem gerekiyor.
Bengin yaşlı adamın öyküsü üzüntülü duygularla dinledikten sonra kendinden emin bir tavırla ‘’ dede sabah olunca kızının yerine beni devin önüne atın ve bende şehrinizi bu ejderhadan kurtarıp özgürlüğe kavuşturayım.’’dedi.
Bengin’in önerisi yaşlı adamın çok hoşuna gitti lakin şehrin padişahından korkuyordu. Yinede ‘’olsun’’dedi.
Bengin’in önerisi kafasına yattı ve durumu gidip ailesine anlattı.
Şehrin padişahına da durumu anlattılar oda onayladı. Bengin’i misafir ettiler akşam güzel yemekler hazırlayıp yediler.
Bengin gece rüyasında uzun sakallı nur içinde bir dede gördü. Bengin’in yüerğinde herhangi bir korku yoktu lakin yabancı bir ülke olduğu için ne yapacağını bilmiyordu.
-Oğlum eğer beni dinleyecek olursan, sabah o canavarın karşısına çıkma derim, o gidiş dönüşü olmayan bir savaştır. Canavarın karşısına çıkarsan da altı kafası uçur sakın yedinci kafayı uçurma. Bu defa eskisinden daha güçlü olarak karşına çıkar ve seni yener. Yedinci kafayı koparma kendiliğinden ölür ve sende galip çıkarsın savaştan.
-Tabi dede dediğini yaparım.
Bengin’in bu sözünden sonra yaşlı adam ortadan kayboldu.
Sabahla birlikte şehirliler ve Bengin su kuyusunun başına geldiler. Bengin’i kuyuya indirdiler. Tüm silahlarını kuşanan Bengin ejderhayı beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra ejderha tüm heybetiyle ortaya çıktı. O bengine yaklaşır yaklaşmaz Bengin bunun burnuna topuzu indirdi. Topuzun etkisiyle ejderha neye uğradığını şaşırdı. Bengin bunu fırsat bilerek bir kafasını uçurdu.
Kafanın uçmasıyla şehrin suyu da kan akmaya başladı. Bir darbeyle ikinci kafayı da uçurdu. Bu şekilde her altı kafayı da uçurdu. Ejderhanın çığlığı şehri inletiyordu.
-Yedinci kafamı da uçur bende rahatça öleyim.
Bengin öğüdünü almıştı yaşlı adamdan. Ejderhanın başında bekledi o can verene kadar.
Ne kadar yalvardıysa da Bengin onu dinlemedi. Ejderha kanının içinde çırpına çırpına can verdi.
Şehri suları açıldı şehir özgürlüğüne kavuştu. Herkes çok sevinmişti bu bayram havasında Bengin’i de kuyunun içinde unutup evlerine gittiler.
Bengin kimsenin gelmeyeceğini anlayınca çaresizce sağa sola baktı. Kuyunun dibinde bir yol olduğunu gördü. O yolu takip ederek akşama kadar takip etti. Ne kadar gezdiyse de bir türlü çıkış yolunu bulamadı.
Çok yorulmuştu rastladığı bir ağacın altında uzanıp uykuya daldı.
Üç tane güvercin gelin ağacın dallarının üzerine kondu. Güvercinler üzerlerindeki örtüyü kaldırınca her biri çok güzel bir kızın oldu. Ayın on dördü gibi parlıyorlardı. Nurları suya vuruyor her taraf aydınlanıyordu. Işık Bengin’in gözüne girmiş oda uyanmıştı lakin kendini belli etmedi, uyur gibi yaptı.
Peri kızları dinlemeye başladı. Kızlar sağ soldan bahsederken sıra Bengin’e geldi. Birinci kız
-Bu şehirdekiler Bengin’e haksızlık ettiler,
İkinci kız
-Çok doğrudur tek haksızlık değil, ihanette ettiler. Genç onları ejderhadan kurtarmıştı.
Üçüncü kız
-Bengin uyandığında buraya iki koç gelecek biri kara, biri de beyazdır. Eğer kara koça binerse yerin yedi kat altına iner. Beyaz koça biner yeryüzüne sağ selamet çıkacaktır.
Birinci kız
-Bu genç değerli birine benziyor, isterseniz kanatlarımızdan iki tüy bırakalım, onları ne zaman birbirine sürerse bizde yardımına geliriz.
Kızlar tekrar örtülerini üstlerine atıp güvercine döndüler ve uçup gittiler. Onlar gittikten sonra Bengin kalktı tüyleri alıp cebine koydu.
Bengin gördü ki koçlar biraz ilerde duruyorlar. Kendini beyaz koçun üzerine atmak istedi ama siyah koç kendini önüne atıyordu her defasında. Birkaç defa denedi son bir hamle daha yapmak istedi. Kara koç önünde çöktü Bengin’in.
Bengin kendini kara koçun üstünde buldu. Ve gözlerini kapayıp açınca baktı ki yerin yedi kat altındalar.
Bengin çok üzüldü, ne yapacağını bilmiyordu. Kalktı ve karanlık diyarda yoluna amaçsızca devam etti.
Bir süre sonra yine bir şehrin ışıklarını gördü ve hemen şehre gitti. Şehre vardığında yaşlı bir kadına rastladı.
-Nene misafir kabul ediyor musun acaba?
-Ben yaşlı ve gariban bir kadınım. Ne yemeğim var nede yatağım var. Seni nasıl kabul ederim.
Bengin iki tane altını yaşlı kadının avucuna koydu. Kadına can geldi.
-Buyur gel içeri delikanlı. Bu ev eskiden de çok misafirperver bir konaktı.
Bengin içeri girdi. Yaşlı kadın ona hemen yemekler hazırlayıp önüne koydu.
-Oğlum bu karanlık dünyada, bu yabancı şehirde ne ararsın?
Bengin hikayesi baştan sona kadına anlattı.
-Sabahleyin şehrimizin padişahı bir yarışma yapacak kim kazanırsa ona kızını verecek.
Bu sözü duyan Bengin sevindi.
O gece yaşlı kadının evinde kalıp dinlendi.
 Sabahla birlikte oda her şehirli gibi gidip adını yazdırdı.
Rakipleri çok güçlü kimselerdi lakin ejderha savaşından sonra Bengin’e daha da güç kuvvet gelmişti.
Tüm rakiplerini yenerek birinci oldu ve padişahın huzuruna çıktı.
-Sen iyi bir savaşçısın. Sana kızımı ve iyi bir makam vereceğim. İstediğin kadar dünya malı da alacaksın.
-Hayır, kızını da, malını da, makamını da istemiyorum. Tek istediğim şey aydınlık dünyaya çıkmaktır.
-Gerçekleşmeyecek bir istekte buluyorsun. Bu mümkün değildir. Yinede aklımızda olsun bir çare bulursak seni haberdar ederiz. Şimdi işimiz çoktur, savaş hazırlığı yapıyoruz. Ben kumandanlarımla toplantıya gidiyorum.
-Hayır, ne savaşıdır bu. Bende size yardım etmek istiyorum.
-Çok değerli bir savaşçısın. Senin gibi yiğitlere ihtiyacımız var. Acele edelim çok işimiz var daha.
Padişah ve Bengin birlikte karargaha geçtiler.
Bengin baktı ki padişahın ordusu sabahleyin yer altı canavarlarıyla savaşa gidecek.
Beraberce hazırlıklarını yaptılar. Sabahla birlikle padişahın ordusu yer altı canavarlarının karşısına çıktı.
Kısa zamanda yer altı canavarları üstünlüğü ele geçirmeye başlıyor. Padişahın ordusu bozguna uğruyordu. Canavarlar her dakika şehre biraz daha yaklaşıyorlardı.
Bengin’in aklına elindeki kuş tüyleri geldi.
-Bunlardan bir hayır gelmeyebilir, yinede denemek denememekten iyidir dedi.
Kanatları birbirine sürttü.  Kanatları birbirine sürter sürtmez baktı ki havada köpeklere binmiş bölük bölük cin orduları gelmeye başladı. Ellerindeki ateş toplarını canavarların arasına fırlatıyorlardı. Her atışta onlarca canavar ölüyordu.
Bengin ve cin ordusu bir tek bir yaratığı sağ bırakmadı. Hepsini öldürdüler. Leşlerini üst üste yığdılar küçük bir dağ oluştu bu leşlerle. Bengin ve padişah, cin köpeklerinden birine binip yaratıkların sarayına gittiler.
Köşke girdiklerinde Bengin padişaha dönerek ‘’ padişahım tüm dünya malı senin olsun, canlılarda benim olsun’’dedi.
-Bengin nasıl istiyorsan öyle olsun.
Zindanların olduğu tarafa gittiklerinde Bengin bir yıldır ayrı kaldığı eşini gördü. Eşi yaratığın teklifini kabul etmediği için zindanda tutuluyordu. Birbirlerine uzunca sarılıp hasret giderdiler.
Padişahın şehrine geldiler yine.
Şehrin padişahı Bengin’e kalması için teklif ettiyse bir türlü onu ikna edemedi. Her defasında Bengin ‘’ bir yol olsaydı da yeryüzüne çıksaydık’’diyordu.
Bir yol vardı lakin padişah Bengin’den ayrılmak istemediği için bu yolu söylemiyordu. Sarayının karşısında Bengin ve eşi için bir sarayda yaptırmıştı. Sadece ikisi o sarayda yaşıyordu.
Bengin ile Padişah her zaman ki gibi oturup, yer altı dünyasından konuşuyorlardı. Bengin özlemle dolu ve üzüntülüydü. Bu hali padişahında dikkatini çekiyordu.
-Aslına bakarsan yeryüzü dünyasına çıkabilmen için bir yol var lakin olur mu olmaz mı bilmiyorum.
Bu sözleri duyan Bengin’in gözleri parladı.
-Mir’im çocuklarının başı için bize yolu tarif et belki çıkarız gün yüzüne.
-Eskiden bizim dünyada genç bir kuş vardı ona ; simurg kuşu derdik. O kuş her yedi senede bir yeryüzüne çıkardı. Ama artık yaşlandı çıkar mı çıkmaz mı bilmiyorum
-Mir’in yinede şansımızı deneyeceğiz olursa evimize kavuşuruz. Olmazsa da kaderimizdir deyip katlanırız duruma.
Mir kuşun yuvasının yerini tarif etti.
Bengin hazırlandı, kılıcı okunu ve topuzunu kuşanıp Simurg kuşunun yaşadığı bölgeye gitti. Kuşun yuvasına yaklaştığında yedi başlı bir ejderhanın sümurg kuşunun yavrularına dayanmış onları yediğini gördü.
Bengin ejderhaya gizlice yanaştı ve topuzunu çektiği gibi bunun kafasına indirdi. Topuzun etkisiyle neye uğradığını şaşırdı ejderha. Bengin saldırıya geçip ejderhanın yedi kafasını da uçurdu. Simurg kuşunun yavruları da bu şekilde kurtulmuş oldular. Birkaç dakika sonra Simurg kuşu ortaya çıktı ve gelip yuvasına kondu.
-Ey ademoğlu Allah senden razı olsun beni çok büyük bir beladan kurtardın. Kırk yıldır ben yumurtlar ve civcivleri çıkarırdım ama ejderha gelip hepsini yerdi. Eğer onu öldürmeseydin bu hayvan benim soyumu kurutacaktı. Dile benden ne dilersen. Mal mülk ne istersen sana hayır demeyeceğim.
-Senden bir tek aydınlık dünyayı istiyorum. Beni oraya çıkarırsan borcunu da ödemiş olursun.
-Kırk yıldır aydınlık dünyaya çıkmamışım, artık yaşlandım tahmin etmiyorum yeryüzüne ulaşacağımıza. Ama sen benim neslimi yok olmaktan kurtardın, bende seni yeryüzüne çıkarmaya çalışacağım. Ölümümde bu yolda olsun yiğidim.
Bengin eşine müjdeyi vermek için Simurg kuşundan izin istedi. Kuş hazırlıklar için birkaç isteğinin olduğunu söyledi ve sıraladı.
-Yolumuz çok uzun ve zahmetli bir yoldur. Yedi konak geçeceğiz. Yol için bana yiyecek hazırlamalısın.
- Ne ihtiyacın varsa söyle bana hemen getireyim.
- Bana yedi matara, yedi tane kavrulmuş koç ve yedi deste ekmek getireceksin.
-İstediklerin kolaydır ben onları hazırlatırım.
Kuştan müsaade isteyip ayrıldı oradan. Evine gitti ve eşini alarak padişahın huzuruna çıktı. Ondan da vedalaştı, helallik istedi.
Simurg kuşunun yiyeceklerini de hazırlayıp kuşun sırtına bağladı. Eşi ile birlikte Simurg kuşunun sırtına binip yeryüzüne doğru yola koyuldular.
-Bengin yolumuz yedi konaktan oluşuyor, her konakta ben gag dediğimde, sen bir koç bir matara su ve bir deste su ağzıma atacaksın ki ben güçten düşmeyeyim.
 Yola çıktılar çok gittiler ve birinci konağa vardılar. Simurg gag dedi. Bengin hemen tüm yiyeceklerden birer tane attı ağzına. Simurg canlandı gücü yerine geldi yukarıya doğru yoluna devam etti. Bengin’e sordu ‘’ aydınlık dünyadan haber var mı Bengin.
-Kapkaranlık bir şey görünmüyor daha.
-Yolumuz yeni başladı Bengin.
Simurg yukarıya doğru tüm gücüyle tırmanmaya devam ediyor ve üstüne gelen bir taştan kendini kenara çekti. Bu sarsıntıda yükten bir koçun eti düşüyor. Yapacak bir şey yoktu. Simurg anladı etin düştüğünü ama oralı olmadı.
İkinci konağa geldiklerinde Simurg yine gag dedi. Bengin hemen eti ve suyu kuşun ağzına attı.
-Dünya nasıl görünüyor bengin.
-Bengin ve eşi beraberce ‘’bir iğne deliği gibi görünüyor.
-Yolumuza daha çok var.
Böyle böyle yedinci konağa kadar geldiler. Dünyanın ışını artık çok net görünüyordu. Simurg yine gag dedi.
Bir koçun eti düşmüştü. Bengin kılıcı çekti be ayağının bir kısmını kesip ekmeğin içine koyarak Simurg’un ağzına attı. İnsan etinin tadı tuzluydu. Simurg anladı bu Bengin’in etidir. Yemedi ve eti dilinin altında sakladı. Sırtındakilere seslenerek ‘’ dünya nasıl görünüyor’’ Dedi.
Beraberce ‘’ çok aydınlık ve güzel görünüyor dediler.
-O zaman yolumuz az kaldı, bende sizi götürüp ülkenize yakın bir yere bırakacağım.
Bu defa Simurg kuşu dünyanın güneşli semalarında geziyordu. Kendiside mutlu olmuştu.
Simurg bunları getirdi ülkelerinin topraklarında yere bıraktı. Bengin ve eşi kuşa çok teşekkür ettiler. Bengin ayağını gizleyip Simurg’un görmesini istemiyordu.
Simurg durumdan haberdardı.
-Hele ayağa kalk birde dünya gözüyle seni göreyim.
Bengin ayağının fark edilmesini istemiyordu.
-Ayağım uyuşmuş kalkamıyorum. Sen git ben sonra kalkarım.
Simurg dilinin altındaki ayağı çıkarıp Bengin’in ayağının üzerine koydu ve dilini sürdü. Bengin’in ayağına eski haline geldi. Bengin ve eşi simurg’a çok teşekkür ettiler. Simurg’ta tekrar karanlık dünyasına döndü.

Bengin ve eşi de babaları Mir Husro’un sarayına geldiler. Burada mutlu ve bahtiyar bir hayatlarını sürdürmeye başladılar güzel ülkeleri içinde.

çeviri:mavi kelebek

0 yorum: