Bilge Balık ve Ağ


Döt mevsim, on iki ay fıratın azgın sularında, yüzlerce balık çeşidi durmadan akan bu nehirde yaşamaktadırlar,  dağları ve ovaları aşan bu nehir kimi zaman kayaları döver, kimi zaman şelaler yapar kimi zaman ufak adalar yapar kimi zamanda ufak göller yapar.
ufak adaların etrafından su bazen sakince akar.
bu ufak adaların birinden oluşan bir gölette kalan birkaç balık varmış. bu balıklardan biri hergün diğer tüm balıkları etrafına toplayarak, hayat hakkında onlara ders verirdi.
Günlerden birgün bu balık yine diğer tüm balıkları etrafına toplamış canlıların tarihi hakkında onlara ders vermekteydi. 
Ve şöyler diyordu balıklara '' Hayatta en asil güzel ve kadim varlıklar bizleriz, gerçeğe bakılırsa hayat bizimle başlamıştır. Ülkemiz ve yuvamız sudur bizler suyun güveni  içinde yaşamaktayız. ama bizim bir tek düşmanımız vardır o da ilk günden beri adem oğludur. Onlar ilk günden beri hep peşimize düşer bizi avlar ve bizleri sürekli başka sulara sürgün ederler. 
Hayat ve mücadele hakında etrafındaki balıklara birçok öğüt ve nasihatler verirdi bilge balık. 
balıkçı ağı geldiğinde ondan kaçma yöntemlerini anlatıyordu ve özellikle balıkları kandırmak için atılan yeme kanmamaları için diğer balıkları uyarıyordu süreklli. 
Tam sohbetin ortasında blıkçı ağlarından biri grubun üstüne geldi balıklardan biri '' ey bilge balık şimdi ne yapacağız'' dedi.
Bige balık tereddüt etmedenn '' herkes başının çaresine baksın'' dedi.

Masal nehri

hakkımızda

Gizlilik Ve Telif Hakkı

Bu internet sitesinin içeriğinin telif hakları masallahnehri.blogspot.com ait olmakla birlikte tüm hakları saklıdır.

Sitemiz, hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı ve en doğru, tarafsız bir yayın paylaşımı ve kendimizin hazırladığı dökümanları paylaşarak, ziyaretçilerimize bilgi vermeyi amaç edinmiştir.

Sitemiz, 5651 sayılı yasada tanımlanan yer sağlayıcı olarak hizmet vermektedir. İlgili yasaya göre, site yönetiminin hukuka aykırı içerikleri kontrol etme yükümlülüğü yoktur. Bu sebeple, sitemiz uyar ve kaldır prensibini benimsemiştir.Ancak yazmış olduğumuz yazıların veya dökümanların kendimiz tarafından yazıldığı için telif hakkına girmemektedir. Ve sitemiz yazılarımızın paylaşıldığı ve telif haklarına karşı bir sorun teşkil ederse, paylaşan site sahibiyle görüşlemesi gerektiğini beyan ederiz. Eğer yine görüşülmek istenirse bize ulaşabilirsiniz.

Telif hakkına konu olan eserlerin yasal olmayan bir biçimde paylaşıldığını ve yasal haklarının çiğnendiğini düşünen hak sahipleri veya meslek birlikleri, iletişim bölümünden ya da direk olarak emincann76@gmail.com adresinden bize ulaşabilirler. Buraya ulaşan talep ve şikayetler Hukuksal olarak incelenecek, şikayet yerinde görüldüğü takdirde ihlal olduğu düşünülen içerikler sitemizden kaldırılacaktır. Ancak, sitemizde bulunan yazıların alıntı olmadığı ve kendimiz tarafından hazırlandığını tekrar söylemek isteriz. Editörlerimizin, yazmış olduğu yazılardan sitemiz sorumlu değildir

Kurnaz Tilkinin Masalı


Kurnaz bir tilki derenin birinden kendine bir in yapmış. in i köye çok yakınmış. Tilki her gün köyün yakınlarına avlanmaya gider ama eli boş dönermiş. Birkaç gün böyle geçmiş. Bakmış ki böyle olmuyor ne yapacağını düşünmeye başlamış. Bu düşüncelerle yuvadan çıkıp köye doğru baktı. hava çok sıcaktı. yolda çok bunaldı kendini bir ağacın gölgesine attı.
Biraz uzandı ve rüyaya daldı. Rüyasında köyün ortasındaydı ve köyün içi tavuk ve horozlarla doluydu. Sanki köyde kimse kalmamış köy tavuk cenneti olmuştu tilki şaşkın halde köyün içinde geziniyordu. Tilki hangisinden başlayacağını bilmiyordu. gözüne ağacın üstünde bir kaç tane iri tavuk takıldı onlardan başlamak istedi. ağaca zıplayı durdu ama bir türlü tırmanamadı. ağaç sallanıp üstüne yuvarlandı can havliyle uykudan uyandı. 
Çok susadığını fark etti ve köyün deresine doğru yol aldı.
Dereden doya doya suyunu içti. suyun içinde baya oynadı. ama karnı açtı ve korka korka köyün yolunu tuttu. 
yavaşça köye yanaştı. köşede bir bahçede birde ne görsün rüyasındaki gibi bahçe tavuk ve horozlarla doluydu.
keyfi yerine gelmişti tilkinin. kendi kendine '' ben ne kadar da ahmak biriymişim, köyün yanında yaşıyorum ama karnım aç eve gidiyorum. Bu defa tok gidecem'' dedi.
Yavaşça bahçeye girdi, tavuklara yaklaştı, tavuğun biri onu gördü ötmeye başladı derken tüm tavuklar ötmeye başladı. evin köpeği sesi duydu ve bahçeye daldı. Tilkinin ayağı birbirine dolandı. bahçeden nasıl çıkacağını şaşırdı. derken sese diğer köpeklerde geldi ve bahçede tilkiyi kovalamaya başladılar. 
Tilki anladı ki köpeklerden kurtuluş yok, köpeklere dönerek '' kardeş benden ne istiyorsunuz, bende hal kalmadı'' dedi.
Köpekler yerlerinde durdular ev sahibinin köpeği söze başladı. '' Tilki amca sen hem evin tavuklarını yemek istiyorsun, hemde bize benden ne istiyorsunuz diyorsunuz'' dedi.
Kurnaz tilki hemen cevap verdi'' Kardeş niye bu tavuklar senin mi ki'' dedi.
evet dedi köpek.
Önce kendine bir sor ben burda ne arıyorum diye.
söyle hele burda ne arıyorsun bakalım.
Hayvanların kralı beni, hayvanların hekimine gönderdi. Ben birkaç ay hayvanların hekiminin yanında kaldım. Bana tüm hastalıkların tedavisi öğretti. bende köyün tavuklarını muane etmeye geldim ama siz bırakmıyorsunuz.

Köpekler hemen duraksadı. evi köpeği '' kusura bakma tilki amca bilmiyorduk durumu, buyur muane et tavukları'' dedi.
Tilki önde köpekler arkada tavukların içine gittiler. bu defa tavuklar sahiplerinin verdiği güvenle ses çıkarmadılar.
Tilki serbestçe tavukların içinde gezinip durdu ve sonunda bir tavuğu gözüne kestirdi.
Köpeklerin yanına giderek, tavuklarının hemen hepsi hastalanmış, ben arada bir gelip onları muane edeceğim. Ama birinin durumu çok ağır ev sahipleri diğer tavukları ondan uzak tutmalı. eğer öyle olmazsa tüm tavukla ölecek. bu hastalık çok kötü köpekleri bile öldürür. 
Köpekler çok korktu, diğer köpekler köyün içine dağıldılar. Ev sahibi köpekte tilkiyle birlikte söylediği tavuğu yakaladı. Tilki ağzında istediği tavukla birlikte çıkıp gitti. ve kendi kendine bu tavuklar '' beni de kral yaptı'' dedi.

MASAL NEHRİ

Kerim ve Rahim



Orta yaşlı bir adam ve oğlu bir sonbahar günü ökzülerini alıp sürüm yapmak için tarlalarına gittiler. Tarlanın başına geldiklerine azıklarını ve eşeklerini ağacın altına bıraktılar. ve öküzlerin boynuna koşumlarını bağlayıp tarlayı sürmeye başladılar. Tarlanın o başından bu başına gidip geldiler. kahvaltıdan kuşluk vaktine kadar hiç durmadan çalıştılar.
bir ara oğlan baktı ki eşek ipini koparıp gitmiş. oğlan sağa sola koşuşturup baktı ama eşek piyasada yoktu. kan ter içinde babasının yanına  geldi '' baba eşeği bulamadım'' dedi.
Babası '' oğlum sıkma canını Allah rahim ve kerimdir'' dedi. 
oğlan ses etmedi oturup yemeklerini yediler. bir süre sonra oğlan yine '' baba bizim eşek hala görünmüyor'' dedi.
'' Oğlum Allah kerim ve rahimdir'' dedi.
Akşama kadar tarlalarını sürmeye devam ettiler. oğlan baktı hala eşek görünmüyor '' baba eşeğimiz gelmedi acaba nereye gitti''dedi. 
babasının biraz canı sıkılmış bir şekilde '' oğlum acele etme ben sana  Allah rahim ve kerimdir diyorum, ben ortalığı toparlayana kadar sende gitti eşeği ara'' dedi. Oğlan gidip tarlanın etrafına baktı, kayaların içine baktı birşey yoktu. derenin içine doğru gitti birde ne görsün iki tane kurt eşeği yerde parçalamış yiyorlar.
Oğlan çok korkmuş bir halde nefes nefese babasının yanına geldi.
babası '' oğlum eşeği blun mu '' dedi.
Evet buldum baba
hani nerede, neden getirmedin eşeği.
ben dereye inerken baktım iki kurt eşeği paramparça etmiş. 
Babası oğlum Allah kerim ve rahimdir. demek eşek o kurtların rıskıymış dedi....

masal nehri





Haklı Ve Haksız'ın Öyküsü


Günlerden bir gün oduncu baltasını almış ve ağaç kesmek için yollara düşmüş. Onun işi sadece ağaç kesmekti. sokaklarda ağaç kesmek için nara atıp dururdu. ağaçlarını kesmesi için halk onu çağırdı. Oduncu hızlı bir şekilde kapılardaki odunları keserdi hemen. Oduncu her ağaca vurduğunda yanında duran biride ah of diyormuş. 
Oduncu başını kaldırıp yanındaki adama baktı '' kardeş senin ne sıkıntın var ben ağaca her vurduğumda uf diyorsun'' dedi. 
Ben sana yardımcı oluyorum her ses çıkardığımda sana güç kuvvet geliyor dedi
Ağaç kesme işi bittiğinde oduncu parasını alıp yolacakken, yanında duran adam peşine düştü ve yakaladı '' hani benim hakkım'' dedi.
Oduncu şaşırıp kaldı '' ne hakkı kardeş'' dedi. 
Bende sana yardım ettim ya her uf dediğimde sana güç geliyordu, bunun için hakkımı istiyorum.
Oduncu güldü  adamın eline biraz para uzatarak '' al buda senin hakkın dedi.
demir paraları adamın kulağının dibinden aşağı avuç avuca döktü. bozuk paraların hışırtısı adamın kulağında  gidip geldi. 
Sonra da oduncu '' buda hakkın dedi ve paralarını kucağına koyarak çıkıp gitti.

masal nehri

Pire ile Genç Kızın Masalı



Bir genç kız ve birde bir pire beraber yaşarlarmış. mevsimlerden kış havalar soğuk imiş. evin üstü çok kar tutmuş ve kar eridikçe evin içine damlamaya başlamış. durumu gören pire evin üstünü temizlemeye gitmiş ama çöken kar yığının altında kalarak küçük canından olmuş. 
pirenin ölmesine çok mu çok üzülmüş genç kız, yanlızlığını paylaşan pire de gittikten sonra kederden saçlarını yolmuş, eriyip bir deri bir kemik kalmış.
bir gün gidip bir ağacın altında oturmuş kızın durumu gören ağaç hayır kızım neyin var böyle demiş.
hiç sorma ağaç kardeş arkadaşım pire öldü. dedi genç kız.
kızın durumuna çok üzülen ağaç tüm yapraklarını dökmüş, bir bir kuş gelip ağacın üstüne konar bakarki ağaç çırılçıplak olmuş '' neyin var ağaç kardeş diye sormuş.
nasıl yaprak dökmeyeyim. haber gelmiş bizim kızın piresi ölmüş.
kuş habere çok üzülür gider kuş sürülerinin yanına konar ve kederden onunda tüm tüyleri dökülmeye başlar, sürü sorar kuş kardeş neden tüylerin dökülüyor,
nasıl tüylerim dökülmesin duydum ki genç kızın piresi ölmüş. bu habere kuş sürüsü de çok üzülüer ve onlaında tüyleri dökülmeye başlar yere düşmeye başlarlar.
yere düşen kuşlara toprak sorar et kuş sürüsü neden tüyleriniz dökülüyor nasıl dökülmesin toprak kardeş, haber gelmiş genç kızın piresi ölmüş.

Toprakta çok üzülür ve içindeki nehirler kan kan akıtmaya başlar sular mısır tarlalarına kirli gidince mısır toprağa sorar ey toprak kardeş neden bize kanlı ve kirli su çıkarıyorsun der.
nasıl çıkarmayayım üzüntüdendir duydum ki kızın piresi ölmüş,
bir süre sonra mısırda boyun büker mısır tarlasının sahibi duruma anlam veremez ve mısıra sorar bu ne haldir. 
halim hal değil ey sahip duydum ki genç kızın piresi ölmüş.
mısırın haline üzülen adam giip bir köşeye oturur öğlen vakti kızı yemek getirir babasını durumunu görünce sorar neyin var baba. 
hiç sorma kızım bir pirenin ölümü, dağ tut tarlaya kadar herkesi üzmüş ben nasıl üzülmeyeyim.
kız üzüntütüden yoğurt kabını başına döküp evin yolunu tutuyor eve geldiğinde tandırda ekmek pişiren annesi kızının halini görünce çok şaşırıyor, neyin var kızım diyor.
hiç sorma anne pire ölmüş pire ile birlikte tüm alem yasa girmiş.
duruma çok üzülen annesi üzüntüden yüreği yanıyor ve tandırın üstüne çıkarak çığlık atıyor. ey komşular ey çocuklar yetişin pire ölmüş diye ağıtlar yakıyor

Masal Nehri

Kurt İle Köpeğin Masalı


Soğuk bir kış gecesi imiş. ayaz gecede ay ışığının altında bir kurt ile bir köpek bir araya geliyorlar, kurt köpeğe soruyor '' sen ne yiyorsun da böyle güçlü olabiliyorsun.  söyle bende yiyeyim biliyorsun ben dağlarda taşlar da çöller de yaln ayak gezip dururum halim perişan olur ve aç susuz kalırım. bu ne acayip iştir tüm güzel ve lezzetli yiyecekler sana denk geliyor'' dedi.
köpeğin yüreği içten yanmaktaydı '' kurda dönerek '' benle sen her ne kadar düşman olsakta, uzaktan akraba sayılırız'. Eğer benim gibi güçlü olmak istiyorsan o zaman dediklerimi de yapman gerekiyor'' dedi.
nasıl yani ne yapacağım?
Sende benim gibi kendi bir sahip bul onun evini koru, hırsız falan yaklaştırma onlarda sana baksın.
Bu çok kolay birşeymiş.
kurt kendi kendine de '' ben ki  dağ daş gezerim, ormanlarda başı boş dolanırım bir lokma et için, bu iş kolay benim için'' dedi. 
köpek kurda '' hadi peşime düş de gidelim köye'' dedi.  köpek önde kurt arkada yol almaya başlıyorlar. ay ışığında köpeğin boynundaki yara parlıyor. bu kurdun dikkatini çekiyor. köpeğe '' şu boynundaki yara izi nedir'' diye sorar.
köpek '' bu önemli  birşey değil dedi.
kurt merak ediyor durumu ve tekrar soruyor  '' eğer bana o yararnın nedenini söylemezsen, seninle gelmeyeceğim'' dedi.
köpek soruya cevaben '' bu hafif bir yaradır, ben çok sert ve yaman olduğum için boynumdaki zincir yara yapıyor.
kurt çok şaşırıyor '' gerçekten sahibin boynuna zincir mi takıyor, eğer öyleyse sen özgür biri değilsin'' dedi.
Köpek sakince '' bu kadar değil , ben bazen kendimi sağa sola vurduğumda zincirle bağlı süremi uzatırlar ben zincirdeyken bana güzel yemekler verirler, sahibim kendi elleriyle beni besler dedi.
Kurt şaşkın bir vaziyette '' hadi bana müsade' dedi.
nereye gidiyorsun kurt kardeş
nereye olacak dağlara, ormanlara gidiyorum, sen özgür değilsin senin gibi tok olacağıma dağlarda ormanlarda aç ama özgür gezmeyi tercih ederim dedi

masal nehri



Üç Deli Kız Kardeş


Eski zamanların birinde şehrin birinde bir evde üç tane kız kardeş varmış. evet bu kızlar biraz deli dolu kızlarmış. bu kızları istemeye gelen misafirlere lal dille konuşup misafirlerin kalkıp gitmesine neden oluyorlarmış. Babaları kızlarını evlendirmek istiyordu ama kızların bu hareketi babalarını da çaresiz bırakıyordu.
kimse kızları istemeyince kızlarda evde kalmaya başlamışlar.
Günler akıp gidiyordu babaları kızlarına '' kızlarım yaşınız geçiyor gelen teklifleri değerlendirin yoksa evde kalacaksınız'' dedi.
Şimdi yine misafirlerimiz gelecek sizlerde divanın üstüne oturup hiç konuşmayacaksınız dedi.
hanginiz sesini çıkarmasa akıllı olsa ilk önce onu evlendireceğim.
 Misafirler gelip oturdular sohbet ettiler. hoş beş zaman geçti çaylarını içtiler.

Malesef güzel giden bu sohbeti ilginç bir olay bozdu. bu güzel konuşmanın ortasında herkes birden durup kızların olduğu yöne baktılar.
kızların yanından birden bir fare geçmiş ve kızlar bağrışmaya başlamışlar.
bu kaçışma sırasında büyük kız '' aha far far''
ortanca ''walla tee tee tuu tuuu
küçüğünde ''şu şuuuu muu muuu '' demiş.
Misafirlerin yüzü ekşidi içlerinde '' bu kızlar resmen deli'' dediler.
Sonra da birşey demeden hızlıca kalkıp gittiler.

Allah Yolunda Giden Adam



Günlerden bir gün uzak memleketin birin de yaşlı bir adam yaylada otlayan beş yüz sürülük koçları için kırk kilo kaya tuzu hazırlamış ve eşeğe yükleyip koç sürüsüne götürmüş.

Yolda giderken bir genç onu görüyor ve yaşlı adamın çok yorulduğunu fark ediyor. yorgunluktan kan ter için de kalmıştı yaşlı adam, genç yaşlı adama yaklaşarak '' dayı senin eşeğin üzerinde yük var bu nedir'' dedi.
Ne diyorsun güzel oğlum
yükün nedir diyorum dayı.
Valla oğlum ben koçlarım için kırk kilo kaya tuzu aldım onu götürüyorum yaylaya :
genç tekrar sorar peki eşeğin diğer tarafına ne yüklemişsin
oğlum ona da ağırlık denk gelsin diye kırk kilo çakıl taşı falan koymuşum.

genç şaşkın bir ifade ile yaşlı adama bakar. genç adam bu durumu düzeltmek ister ve hemen çakıl taşları döküp kaya tuzlarını iki tarafa eşitçe yükler.
yaşlı adama olaya bir anlam veremeden yoluna devam eder.
yaşlı adam yükün hafiflediğini görünce kendi kendine söylenir yahu bu yük nasıl böyle hafifledi diye söylenir.
sonra yine kendi kendine '' bu genç gerçekten çok akıllı biriymiş'' dedi.
ben beş yüz tane koçum var belki onun sürüsü de benimkinden çoktur.
bu düşüncelerden sonra yaşlı adam birden durdu ve gençe seslendi '' oğlum bir dakika bakarmısın'' dedi.
genç te '' buyur dayı ne istiyorsun '' dedi
kusura bakma oğlum acaba senin kaç koçun var
dayım benim hiç koçum yok, sadece bir ineğim var. buda benim geçim kaynağımdır.

bu sözden sonra yaşlı adam yine kendi kendi söylenmeye başladı. '' yok yok bu çocuk benden akıllı falan değil. baksana hiçbirşeyi yokmuş, ben yine kendi yoluma devam edeyim'' dedi.
ve gidip yerdeki taşları tekrar bir tarafa koydu, kaya tuzlarını da bir kefeye koyup yoluna devam etti.

masal nehri


Benin Yerim Ateşin İçidir


Mevsimlerden kış ve çok sert geçen bir kıştı. hava soğuktu. kar, tipi fırtına ne desenin vardı. her tarafı kar kaplamıştı. bu kışta adamın biri de dışarıda kalmıştı. bu adam yolunu kaybetmiş ve donmak üzereymiş
tüm parmakları, burnu ve kulağı buz kesmişti.

adamın akrabaları onu çok aramışlar dışarıda. ve en sonunda aradıkları adamlarını bulmuşlar.   

yarı donmuş haldeki adamı alıp evine götürmüşler. yatağını sobanın yanına kurup ısınmasını sağlamışlar.
sobanın başında ısınan adam yavaş yavaş çözülmeye başlamış çözüldükçe keyfide yerine geliyormuş. 
tam çözülmeye başladıktan sonra '' Allah'ın izniyle hem bu dünyada hem öbür dünyada ben annem ve babamın yeri ateştir İnşaAllah'' dedi

masal nehri

Yaşlı Kadının Tabakları ve Fare


Evet sevgili dinleyiciler halkın arasın da misafirperverlik çok meşhurdur bilirsiniz. bu için de onların öyküleri de çok oluyor. şimdi bizde onlardan birinin hikayesi üzerinde duralım. bu hikaye gerçek bir tecrübeden alınmış değerli dinleyiciler.

bir zamanlar muş tarafında adamın biri bir eve misafir olmuş. ev sahibi adamı içeri davet etmiş sıcak yüz göstermiş.  ey misafir baş göz üstüne geldi demiş.
misafir gayet hoş bir ifade ile geçip oturur bir köşeye.
ev sahipleri de hemen yemek hazırlığını yapmak için işe koyulmuşlar. biraz sonra bir tabağın içinde biraz yoğurt ve ekmek getirerek adamın önüne koymuş. misafirde sessizce yemeğini yemeye koyulmuş.
bu arada evin  çocukları da bu arada oynuyorlardı bir diğerinin peşinde kovalamaca yapıyorlardı. misafirin etrafında dönmeye başladılar. derken birinin ayağı yoğurt tabağına battı ve tabak devrildi.
evin halısı yoğurtla bir oldu resmen.

büyük oğlan kız kardeşini şikayet etmek için yüksek sesle annesini çağırdı '' anne anne bacım farenin içinde yoğurt yediği tabağı halıların üzerinde devirdi'' dedi.
misafir şaşkın bir ifade ile ile çocuğa dönerek '' ne ne yoğurdu  dedin'' dedi.
Dayı bu tabağın içine fare düşmüştü annem de aynı tabakta sana yoğurt getirdi dedi çocuk.
Misafir çok sinirlendi ve tabağı aldığı gibi duvara fırlattı.
ev sahibinin hanımı sese koşup geldi tabağın kırıldığını görünce '' eyvah evim yıkılsın yaşlı nenemin yolluk tabağı kırıldı''' dedi.

masal nehri



Abdestsiz Namaz

                        


Eskiden yezidi bir adam evini şehre taşıdıktan sonra konu komşunun da tekisiyle her dört çocuğuda müslüman olur.  Adamın oğulları ne ettiyseler de babalarını müslüman edemediler. Ne dedilerse ne yalvardılarsa da babaları ben dinimden dönmem dedi.
Büyük bir şehre taşınmışlardı. Gençlerin duruma gayet yerindeydi. Tek sıkıntıları babalarının müslüman olmamasıydı. Bu yüzden de çok utanıyorlardı.
Birgün babalarını etrafına toplandılar ve babalarına ‘’ eğer namaz kılmaya başlarsan bizde her ayın başı sana on bi altın vereceğiz’’ dediler.
Gerçekten sözünüzün üstünde duracakmısınız dedi babaları.
Hepsi bir ağızdan söz veriyoruz dediler.
Madem öyle bende bundan sonra namaza başlıyorum.
Ayın başında her biriniz on altınımı hazırlamaya bakın.
Oğullarının keyfi yerine gelmişti kalkıp evlerine gittiler.
Babaları da namaza başladı aradan baya zaman geçti, ayın başı gelip çatmış hatta geçmişti ama altın falan getiren yoktu. İkinci ayın başıda gelip geçti ama ne gelen var nede giden vardı. Babaları bu duruma çok sinirlendi ve oğullarına haber gönderdi çabuk buraya gelin dedi.
Oğulları toplaıp geldi babalarının etrafında oturup buyur baba dediler.
Sizler beni kandırdınız altınlarımı vermiyorsunuz. Dedi babaları.
Büyük oğlan söze başlayarak ‘’ ne altını baba’’ dedi.
Babaları çok sinirli bir eda ile ‘’ namuzsuz oğlu namuzsuz, siz demdiniz mi namaza başla sana altın vereceğiz diye’’.
Bu defa da küçük oğlan söze başladı ‘’ yani sende bizim sözümüzle namaza başladın değil mi? Sen bu ibadeti kendine yaptın, ahirette karşılığını göreceksin inşallah dedi.
Babaları ‘’ yani şimdi siz altınlarımı vermiyor musunuz’’ dedi.

Hiçbirinden ses çıkmadı. Babalarının umudu kesilmiş halde ‘’bana dikkatlice bakın, karşınızdaki çocuk değildir. Biliyordum siz ne biçim insanlarsınız onun için bende hazırlığımı yapmıştım zaten.’’ Dedi. Dört oğlanda merakla babalarına bakıyorlardı. Hazırlığı neymiş çok merak ediyorladı. Babaları tekrar söze başlayarak ‘’ ey salaklar bende abdestsiz namaz kılmıştım zaten’’ dedi.

Fakir adamın masalı


Bir varmış bir yokmuş kop köyünde bir ev varmış. Evde de bir adam yaşarmış. bu adamın vaziyeti de hiç iyi değilmiş. Fakir ve perişandı hali. ama daha çok zengin olmak istiyordu. Ne zaman dışarı çıkarsa bıyıklarını yağlar parmaklarının arasında gezdirirdi. herkes onu gördüğünde bu adam zengin yine yağlı yemekler yemiş desinler diye yapardı.
yine bir gün dışarı çıkmak istedi. kapının önünde ayakkabılarını giydi ve kızına bağırdı hani benim bıyıklarımın yağı dedi.
kız hemen bir koşuda gidip bıyık yağını getirdi. al baba yağı getirdim dedi. 
babası da elini yağa elini daldırıp bıyıklarını bir güzel yağladı ve köy kahvesinin yolunu tuttu.
kız da kalan yağı götürüp eski yerine koydu.
bu arada fareler ve kediler de kızın etrafında fır dönüyorlardı. ayağı takılan kız sendeledi ve elindeki yağ yere döküldü.
patırtı kütürtü sesini duyan evin hanımı koşup geldi bir de ne görsün yağ yerde akıyor. dizlerini dövmeye başladı. '' eyvah evim yıkıldı ben şimdi kocama ne diyeceğim şimdi.'' dedi.
kadının bağırması devam ederken, kızı da köy kahvesinin yolunu tuttu.
kahvede herkesin içinde babasına seslenerek '' baba baba kedi beni şaşırdı ve ayağım takıldı senin bıyık yağın döküldü. 
bir anda tüm gözler adama döndü yaşlı adam mahcup bir şekilde çıkıp gitti

Yolcu'nun Masalı

                          
Bir zamanlar üç kişi değirmenin birinde ekmek pişirerek geçimlerini sağlarlarmış. Dışarıdan bir ses geldi baktılar deve yükü ile bir gelmiş kapıya. Adam devenin yükünü indirmek için bunları çağırdı ama kimse gitmedi yardıma. Büyüğü ortancaya, ortanca küçüğe dedi kimse gitmeyince yolcu devenin yükünü sırtına attığı gibi getirip değirmenin ortasına koydu. Bunlar birbirlerinin gözlerine bakarak ‘’ yahu bu adam ne kadar da güçlüymüş’’dediler. Yolcuyu sofraya davet ettiler.
 Yolcu davete icabet edip sofraya oturdu ve ekmeklerin içinde hangi ekmek yumuşak ise onu aradan seçip yedi. Bu değirmencilerin de dikkatini çekti.
Aralarından biri ‘’ insan hiç aradan ekmek seçer mi böyle şeyler yapma’’dedi.
Sabret ekmeğimi yiyeyim, benim meselem uzaktır, derindir. Size sözümü söylerim.
Ekmeklerini yediler ve ‘’ hadi anlat dinleyelim’’ dediler.
Bir zamanlar daha bekârdım ve babamda benim için sağdan soldan kız bakıyordu. Ne kadar gezdiyse aklı çevredeki kızları kesmedi hiçbirini beğenmedi.
Dedi ki ‘’ oğlum filan şehir de amcanın evi var, duydum ki kardeşimin güzel ve hoş bir kızı varmış. Bir de gidip onu göreyim belki sana isterim.
Babam hazırlığını yaptı ve amcam gile gitti.
Amcamlar babamı karşıladı misafir ettiler.
Oralara kadar hangi rüzgârın attığını merak ettiler. ‘’hayırdır kardeş sen buralara gelmezdin’’ dedi.
Şükür hayırdır kardeş, ben oğlumu evlendirmek istiyorum. Haber aldım ki efendi bir kızın varmış onu oğluma istiyorum.
Hayırlısı olur inşallah bir kızdır onu da oğluna kurban ettim.
Kızı benim için nişanladılar. Babam iki üç gün daha kaldıktan sonra iznini isteyip ‘’benim artık gitmem gerekiyor, gidip oğlumu göndereceğim onu da görürsünüz’’ dedi.
Babam geldi eve müjdeyi verdi ‘’ çok şükür iş oldu, oğlum hazırlığını yap ve git amcanları ziyaret et seni görmek istiyorlar’’ dedi.
Dedim eli boş gitmeyeyim evlerinde kaç kişi var ona göre hediye götüreyim dedim.
Yedi kardeşi var nişanlının ona göre hediye hazırlarız oğlum.
Kayınvalideme kayınbabama da hediyeler hazırlayıp beni yolcu ettiler.
Tüm hediyelerimi atıma yükleyip yola çıktım. Ama bir kardeşin hediyesini koymayı unutmuştu ailem. Benimde bundan haberim yoktu.
Amcanların yaşadığı şehre vardım, sordum soruşturdum evlerini buldum sonunda.  Beni gördüklerine çok sevindiler. Komşular toplandı gece yarısına kadar oturup konuştuk. Komşular dağıldıktan sonra amcam bana dönerek ‘’ oğlum hele heybeni getir bakalım bize hediyeler getirmişsin’’ dedi.
Heybeyi getirdim hepsine tek tek hediyesini verdim sonuncu kardeşe sıra gelince baktım ki hediye bitmiş. Çok mahcup oldum, utandım ‘’ kusura bakmayın bir tanesini koymayı unutmuşlar’’ dedim.
Ama kayınbiraderim çok bozuldu morali bozuldu.
Gönlünü almaya çalıştım ‘’ sana söz yarın sabah pazara gidelim, ne istiyorsan sana alırım’’ dedim.
Sabah ilk işim hediyesiz kalan kardeşi alıp şehre gitmek oldu.
Pazarda o mağaza senin bu mağaza benim gezip durduk. Kayınbiraderim bir şey beğenmiyordu, sonunda bir mağaza ilgisini çekti içeri girdik. Bizler mağazacıyla konuşurken içeriye tuhaf biri girdi. Ufak tefek bir şeydi üç yaşında çocuk gibi görünüyordu. Onu gören mağaza sahibinin dili damağı kuruyor rengi soluyor.
Hacuc macuc denilen bu adam yanımdakine sordu ‘’ bu kimdir buraya gelmiş’’ dedi.
Damadımızdır.
Adı nedir?
Adı Yusuf’tur.
Yusuf kardeş düğününü bensiz yapma, muhakkak beni çağır dedi ve çıkıp gitti.
Mağazacının rengi yerine geldi.
Kardeş neden rengin kaçtı bu adamdan neden bu kadar korktun.
Güzel damadım bu adam canpolattır, bu şehri yıkmak istiyor, yıkıp tekrar yapıyor.
Valla bilseydim bir bacağından tutup o duvardan bu duvara sallardım.
Güzel diyorsun damad ama sen onu yenemezsin.
Kayınbiraderime hediyeyi aldım ve eve gittik. Durumu eve söyleyince evde bir gürültü koptu. Yas olmuşçasına üzülüp ağladılar. Hacuc macuc damadı duymuş onu öldürüp kızı da kendine alacak.
Bana dediler ki sizin hazırlığınızı yapacağız sabah erkenden nişanlını al git.
Sabahla birlikte bize birer at verdiler ve bizi yolcu ettiler.
Çabuk gidin eğer sizin yakalarsa seni öldürür, kızı da kendine alır.
Şehirden çıkıp çok yol gittik, nişanlıma seslenerek ‘’ kurban neden çok hızlı gidiyorsun uzaklaştık korkma’’ dedim
Öyle deme korkuyorum hacuc macuc duyarsa peşime düşer ve seni öldürüp beni de kendine götürür.
Bu hacuc macuc kimdir öyle Allah aşkına bir gelse de sende amcaoğlunun yiğitliğini görseydin.
Nişanlım ikide bir arkasına bakıyordu. Bir baktım bağırmaya başladı ‘’ vallahi hacuc macuc geliyor, uzaklarda patika yolda toz yükseliyor. Gelen kesin odur.
Gelip de ne yapabilir
Ben daha sözlerimi bitirmeden hacuc macuc’u karşımda buldum.
Yusuf evladım sana demedin mi düğünün bensiz yapma diye. Onu ben istiyordum nasıl alıp götürürsün kendine.
Ben daha hareket etmeden beni tuttuğu gibi elimi ayağımı bağladı.
Nişanlıma seslenerek ‘’ size yolluk olarak yağ koymuşlar mı’’ dedi
Evet, koymuşlar ne yapacaksın
Getir o zaman
Orda ateşi yakıp yağı eritti. Yağı sıcak sıcak boğazıma döktü. Kendimden geçtim bayıldım oracıkta. Gözümü açtığımda baktım ki kolum ata bağlı halde amcamın evine doğru gidiyorum. Perişan haldeydim ağzımda ne diş kalmıştı nede bir şey. Halimi gören amcamlar hemen gidip hekim getirdiler, hekim ağzıma dermanlar sürüp beni biraz iyi etti. Kayınbiraderim dedi kalk pazara gidiyoruz bunun sebebi benim ve sana yardım etmeliyim.
Gümüş satan bir dükkâna gittik.
Gümüşçüye dedi ki ‘’ bana bir kılıç yapacaksın’’
Nasıl bir kılıç istiyorsun.
Öyle bir kılıç olsun ki kayaya vurduğunda peynir gibi kessin.
Ne kadar tutar böyle bir kılıç
Senin için on iki altına yaparım ve sabah gel kılıcını al.
Sabah gümüşçüye gittik ama önce kılıcı deneyip öyle parasını verebileceğimi söyledim adama.
Buyur denemişim istersen sende dene.
Kılıcı aldım elime orda duran bir taşa vurdum taş ikiye böldün ama kılıcım ağzında hiç körelme olmadı.
Çok sevindim hemen oracıkta adamın parasını verdim.
Ve kayınbiraderime dönerek kardeş şimdi bu melunun evini bana göstermeni istiyorum dedim.
Önüme düştü bir günlük yolun sonunda bir şehre vardık, eliyle işaret ederek ‘’ damat bak evi şurada şehrin kuzeyinde bulunan tek evdir’’ dedi ve müsaade isteyip gitti.
Artık bundan sonrası benim işimdir sana uğurlar olsun kardeş dedim.
Gittim evin penceresinin yanında durup içerde neler olduğuna baktım. Evin için de hacuc macuc kardeşine ‘’ kardeş yeni evlendim bize mal mülk lazım hele git yollara bak kervan falan varsa bize talan edip getir buraya’’ dedi.
Kardeşi çıkıp gittikten sonra ben yine konuşmaları dinlemeye koyuldum ama ses kesildi aradan saatler geçti yine konuşmadılar. Yavaşça kapıyı açıp içeri girdim.
Nişanlım beni görünce ‘’ gel buraya’’dedi.
Kız sus adamı uyandıracaksın.
Korkma gel buraya.
Cesaretlendim içeriye doğru ilerledim, baktım ki adam uyumuş. Biraz rahatladım.
Yusuf bu adam yedi gün yedi gece yatar, yedi gün yedi gece de uyanık gezer, daha yeni uykuya daldı kalkmaz.
Nişanlımın bu sözlerinden sonra da tam rahatladım.
Dur kılıç getirmişim onu öldürüp öyle gidelim.
Hayır, bu senin kılıcınla ölmez.
Ama nasıl ölmez ki.
Yusuf bunun kendi kılıcı var ancak onunla öldürebilirsin.
Hele getir bakayım nasıl kılıçtır öyle.
Bana kılıcı gösterdi. Kılıcı görünce hayret kaldım, amcakızımla birlikte zorla kınından çıkarabildik.
Bana dedi ki ‘’ Yusuf sadece bir darbe indir, eğer iki darbe indirirsen tekrar iyi olur’’.
Amcakızı zaten bir darbe yeterli değimli?
Bir darbe indirebildim kafasına. Baktım sallanıyor ‘’ bir darbe daha vur bana’’
-Hayır, bizim adetlerde bir darbe vurulur.
Çırpına çırpına olduğu yerde öldü.
- amcakızı hadi hazırlığını yap gidelim buradan.
Müjdeyi vermek için önce nişanlımın baba evine gittik. Bizi gördüklerine çok sevindiler, ferahladılar.
Birkaç gün orada dinlendik ve dönüş zamanı geldi. Nişanlıma baba evindeyken sordum ‘’ o melun şey sana yaklaştı mı?’’
-Hayır, bana kesinlikle yaklaşmadı.
İnkâr etti bir şey demedi bana.

Tekrardan kendi memleketimize baba evime geldik.
Babam bizi görünce ‘’ kurban neden böyle alel acele geldiniz, düğünlü zurnalı düğününüzü yapacaktım’’ dedi.
Artık bilmiyordu ki başımıza neler gelmiş.
Babama başımıza gelenleri anlattım, önce çok üzüldü ama kurtulmuş olarak dönmemize de sevindi.
Gel zaman git zaman aylar geçti aradan, amcakızımın karnı da her geçen gün büyümeye başladı. Dokuz ayın sonunda bize bir oğlan baktım ki, oğlan değil sanki hacuc macuc, öldürsen olmaz, öldürmesen olmaz.
 Eşimden bir candı, onunda suçu değil bu olayda. Duruma kabullendim, babası ne yaptıysa oda yapar artık.
Oğul biraz büyüdü çocukların arasında oynamaya başladı. Hangi çocukla kavga ederse ya bacaklarını kırıyor, ya kollarını kırıyor. Birinin kulağına el et atsa kulak eliyle birlikte geliyordu. Bir gün çocuklardan birinin annesi ‘’ oğluma işin olmasın, bir tek oğlum yok senin gibi yedi dayısı yok onun’’ dedi.
Nasıl teyze benim dayım mı varmış?
Tabiî ki senin yedi dayın var hem de aslan gibiler.
Oğlum hemen geldi tekme tokat annesine girdi.
-oğlum neden beni dövüyorsun Allah’ın belası.
- Bana yedi dayım olduğunu neden söylemedin.
-Var oğlum zamanı gelince söyleyecektim.
-Öyleyse gidip onları göreceğim.
-Oğlum tek başına gitme, yolu bilmiyorsun, babanla seninle gelsin.
Geldi bana gitmek istediğini söyledi.
-Oğlum ne için gideceğiz, evde değiller, yaylalara gitmişler.
-Baba sana iyilikle söylüyorum, geliyor musun, gelmiyor musun?
-Oğlum sana dedim ki ben gelmiyorum.
Bir baktım hacuc macuc kılıcı aldığı gibi üstüme geldi. Çok korktum ‘’ oğlum şaka yapmıştım geleceğim tabi’’ dedim.
Düşündüm taşındım kendi kendime dedim ki ‘’ ben hacuc macuctan kurtuldum derken şimdi ikincisiyle başım belaya girdi,’’
Gönülsüz de olsam sabah hazırlıkları yapıp yola çıktık.
Amcalar o sıra yaylaya gitmişlerdi. Bizde dağların o güzel yaylasına gittik. Bizi güzel karşıladılar ve hemen bir koyun getirip kestiler. Dayıları yeğenlerini çok sevdiler, onunla oynadılar.
Bizim oğlan da mızrağını çadırın karşısına dikmişti, güneş mızrağa vurunca Karşıdan gelen dayısına ‘’ dayı sana zahmet o mızrağımı getirip çadırın yanında yere saplar mısın?’’ dedi.
Dayısı ne ettiyse mızrağı yerinden çıkaramadı, bir iki derken yedi dayısı mızrağın başına toplandı ama yerinden çıkaramadılar mızrağı.
Ben niyetlendim gitmeye
-Baba dur sen gitme.
Bırakmadı ben gideyim. Çok sinirlendi kalktı iki parmağıyla mızrağı yerinden çıkardı.
-Çabuk atımı getirin.
-Oğlum bekle bize koyun kesmişler, ayıp olacak dayılarına.
-Bu yedi dayım toplanıp bir mızrağı yerinden çıkaramayacak. Ben böyle dayı tanımıyorum.
Atına atladı ve cemaate dönerek ‘’ acaba hangi yol kestirmedir eve gitmek için’’ dedi.
-Kestirme yol var fakat o yol meşeden geçer giden dönmemiştir o yoldan.
-Öyleyse o yoldan gideceğiz bakalım o yolda ne varmış
-Oğlum dur o yoldan gitmeyelim.
-Hayır, olmaz o yoldan gideceğiz.
Kalktık gittik, meşenin içinde üstümüze karanlık düştü. Meşe de devam ederken baktık ki bir ateş yanıyor ilerde.
-Baba sen in atların yanında bekle benim gidip ne olduğuna bakayım.
Ben atların başında bekledim. İnşallah giderde gelmez diyordum içimden.
Bende onu izliyordum baktım, ateşin yanına yaklaştı. Ateşin başında çıplak bedeni kıllı biri oturmuş. Şişe geçirdiği yabani bir öküzü pişiriyordu.
Benim oğlan ona yaklaştı, bu biraz mırıldandı ama hareket etmedi.
Benim oğlumda homurdandı ama adama bir şey yapmadı. Öküzün bir ayağını koparıp bana getirdi.
-Baba al ye dedi.
-Oğlum sen de ye.
-Sen ye baba, ben gidip kalanını getireyim etin hepsi onun olamaz.
Oğlum ete el atınca, çıplak yaratık sinirlenmeye başladı. Bunlar birbirine girdiler, bir ağaca çarptıklarında ağaç önlerinde ileriye fırlıyordu. Birbirleriyle çok uğraştılar bir baktım uçurumdan yuvarlandılar. Peşlerinden koşup seslendim.
-Oğlum orda mısın?
Buradayım baba ama ayağım kırılmış üstüne bir parça buz koydum.
Peki, o yaratık ne oldu.
O öldü baba onun işini hallettim.
-Oğlum yol var mı yanına gelmeye?
-Baba biraz sağa doğru git oradan aşağıya bir yol gelmeli buraya.
Dediği yoldan hemen yanına gittim.
-Oğlum vaziyetin nasıldır.
-Baba ayağım çıkmıştı, onu yerine koydum bir saate kalmaz iyileşir. Atlara biner gider. Artık biliyorum ki benim babam yiğittir, benim için aşağıya indi.
-Oğlum hele kılıcını çek ben o yaratığı paramparça edeyim kurtulmasın.
Kılıcı çekip bana verdi. Kılıcı kaldırdığım gibi bir darbe indirdim buna.
-Baba madem vurmuşsun bir darbe daha vur.
-Hayır, oğlum bizim ev de darbe bir defa vurulur.
Öylece onu öldürmek zorunda kaldım, sonra pişman oldum ama babası aklıma gelince de iyi yapmış diyordum kendi kendime.

masal nehri

Yedi Kardeşin Masalı

                  
Bir zamanlar bir karı koca varmış. Bu karı ve koca çok zenginlermiş. Dünya malları çoktu ama evlatları olmuyormuş bu karı kocanın. Bu durum onları çok üzüyor, kederlendiriyormuş.
‘’Bu kadar varlığı ne yapacağız kim bitirebilir mülkümüzü. Bir evladımız olsa da ona nasip olsa mirasımız’’diyorlarmış
Bir gün evlerine bir derviş misafir oluyor.
Çok üzgün olduklarını gören derviş ‘’ neden bu kadar üzgün ve düşüncelisiniz’’ dedi.
Nasıl üzgün olmayalım, bu kadar malımız var ama bir evladımız yok ne yapacağız bu varlığı.
Derviş bunların derdini anlıyor ve şöyle diyor ‘’ büyük bir ev yapın, evin de yedi penceresi olsun, yedi tane lavaş yapın ve pencerelerin önüne bırakın. Sabah kalktığınız da bunların her biri güzel bir evlat olacaktır. Karı koca gidip yedi pencereli güzel bir ev yaptırıyorlar ve içindeki tandırı yakıp yedi tane lavaş ekmeğini tandıra yapıştırıyorlar. Ekmeklerden biri güzel tutmadığını fark etmiyorlar. Ekmekleri getirip pencerelerin önün koyup gidiyorlar. Sabah kalktıklarında bakıyorlar altı tane öyle evlat olmuş ki kıyamıyorsun bakma. Ayın on dördü gibi parlak ve güzellermiş. Yedinci evlatta ufak tefek çelimsiz biri oluyor. Bunun adını da acayip oğlan koyuyorlar.
Bir gün altı kardeş anne ve babalarının huzuruna çıkarak ‘’ bizim hazırlığımızı yapın, devlerle savaşa gideceğiz’’diyorlar.
Anne babaları gitmemeleri için yalvarıp yakarıyorlar ama evlatlarını bir türlü ikna edemiyorlar. Babaları hanımına ‘’ hanım bunların hazırlığı yap yolcu et, bizim sözümüzü dinlemeyecekler nasıl gelmişlerse öylede gidecekler’’ dedi. Anneleri üzüntülü ve ağlar bir vaziyette bunlara yolluk hazırlayıp evlatlarını uğurluyor.
Kardeşler yola çıkıyorlar, giderken bir manda sürüsüne rast geliyor. Manda çobanı bunları karşılıyor.
Günün hayırlı olsun çoban kardeş.
Hoş gelmişsiniz, yolunuz açık olsun nereye böyle yiğit gençler
Bizler devlerle savaşa gidiyoruz.
Güzel o zaman, ben önce sizi sınayayım. İki tane mandayı dövüştüreceğim eğer onları ayırabilirseniz devi yenebilirsiniz ama yenemezseniz dev sizi yenebilir.
Hadi getir de ayıralım diyor kardeşler.
Çoban hemen gidip iki tane manda getirip birbiriyle dövüştürüyor. Üç kardeş bir mandanın kuyruğundan tutuyor. Diğer üç kardeşte öbür mandaya asılıyorlar. Ne yapıyorlarsa mandaları bir türlü ayıramıyorlar.
Çoban bakıyor ki olmuyor ‘’ kardeşlerim bırakın ayıramayacaksınız, sizin işiniz yaş gibi görünüyor, dev sizi yenecektir’’.
Ondan ayrılıp tekrar yola koyuluyorlar. Bu defa bir koyun sürüsüne denk geliyorlar. Çobana selam veriyorlar.
Günün hayırlı olsun çoban kardeş
Başım gözüm üstüne gelmişsiniz gençler, nereye gidiyorsunuz böyle.
Biz devlerle savaşa gidiyoruz.
İyi o zaman sizleri sınayayım hele, siz süt sağıp vereceğim ve yedi defa sürünün etrafında dolaşacağım eğer bu süre için de bitirebilirseniz devi de yenebilirsiniz. Sütü bitiremezseniz işiniz zor olur.
Çoban sütü sağıp altı kardeşe veriyor ve gidip koyunların etrafında tur atıyor. Çoban turlarını tamamlayıp geldiğinde bakıyor ki daha tencere yarıya bile gelmemiş.
‘’Kurban kalkın gidin bu dev sizi yenecek’’ diyor.
Bunlar kalkıp yola düşüyorlar az gidiyorlar çok gidiyorlar, bir kunduracıya rastlıyorlar.
Kunduracıya selam veriyorlar, selamlarını alan kunduracı
Uğurlar olsun gençler nereye gidiyorsunuz
Biz devlerle savaşa gidiyoruz
Gelin bende sizi sınayayım, bu ağaca saplanmış çıkarabilirseniz devi yenersiniz yok eğer çıkaramazsanız savaşınız çetin olur.
Altı kardeş ağaca saplı şişe sarılıyorlar ama bir türlü çekip çıkaramıyorlar.
Kunduracı gençler bırakın şişi, siz dev ile baş edemezsiniz diyor
Gençler kalkıp tekrar yollarına devam ediyorlar.
Evinde oturan dev kızına seslenerek ‘‘ kızım hele bak etrafta hiç insanoğlu yok mu? Dişimin kovuğu ağrıyor biraz insanoğlu atıştırayım’’ dedi.
Kız dışarı çıkıp göz atıyor ve sonra gelip babasına diyor ki ‘’ uzaklarda bir toz duman yükseliyor ama ne olduğu kesin değil ’’
Onlar kesin insandır kızım, git yolun üstüne bir sepet olusu ceviz koy, eğer cevizleri avuçlayarak yiyip sonra da ağızlarını suya daldırıp içerlerse o zaman beni yenebilirler, öyle yapmasalar ben onları rahat yenerim.
Kız kalkıp sepeti cevizle doldurarak götürüp yolun üzerine bırakıyor. Kendisi de bir köşede gizlenip bunları izlemeye başlıyor.
Gençler bakıyorlar ki bir sepet ceviz yollarının üzerinde duruyor. Bunları yiyip öyle gidelim diyorlar.
Her biri eline bir taş alıp cevizler kırıp yemeye başlıyorlar. Cevizlerini yedikten sonra suyun başına geliyorlar suyu da avuçlayarak içiyorlar.
Kız hemen gelip durumu babasına anlatıyor. Dev diyor ki ‘’ öyle yaptıysalar sıkıntı yok ben onları yerim’’.
Gençler gelip devin kapısına dayanıp onu çağırıyorlar.
Dışarı çıkan dev ‘’he ne var ne istiyorsunuz ‘’
Bizler seninle savaşmaya gelmişiz.
Benim sıram mı yoksa sizin sıranız mı saldırmaya.
Biz senin kapına gelmişiz, sıra senindir.
Dev bir üflüyor hepsi yerlere saçılıyor. Bir defasında üç kardeşi, diğer defasında öbür kardeşleri mideye indiriyor.
Altı kardeşi orda bırakalım gelelim acayip oğlanın vaziyetine.
Acayip oğlanda kardeşlerini merak edip dururmuş. Kardeşlerin dönmemesi canını çok sıkar ve oda kardeşlerinin peşinden gitmeye karar verir.
Anne ve babasının huzuruna çıkarak ‘’ hazırlığımı yapın kardeşlerimin peşinden gideceğim’’ dedi.
Anne babası karşı çıkıyor ‘’ oğlum diğer altı kardeşin gidip ne yaptılar ki sende gidesin’’’’
Bakıyorlar çaresi yok acayip oğlan illa gidecek babası ‘’ bırak gitsin hanım, bunun kanı diğerlerinden üstün mü bakalım o gidip ne yapacak’’ Acayip oğlanın hazırlıklarını yapıp onu da yola salıyorlar çaresiz.
Acayip oğlan kardeşlerinin izini takip ede ede gidiyor. Yolda manda çobanına rastlıyor.
Çobana selam veriyor, çobanda hoş geldin diyor ama devamını getirmiyor. Sinirlenen acayip oğlan ‘’ zıkkımın kökü olsun neden demiyorsun nerden gelir nereye gidersin’’
Kusura bakma unuttum sevgili delikanlı nerden gelir nereye gidersin böyle.
Devlerle savaşa gidiyorum
Gel iki tane manda ayırıp dövüştüreceğim birbiriyle eğer ayırabilirsen devi alt edebilirsin eğer ayırmazsan o seni alt eder.
Çoban hemen iki mandayı getirip birbiriyle kavga ettiriyor.
Acayip oğlan bir mandanın kuyruğundan tuttuğu gibi ta tepenin arakasına fırlatıyor, diğerine öbür tepeye fırlatıyor.
Çoban bağırıp çığırıyor, ‘’vay başıma gelenler mandalarım mandalarım deyip sızlanıyor’’
‘’Manda oğlu manda sen istedin bunu şimdi neden sızlanıyorsun’’dedi acayip oğlan ve çekip gitti.
Acayip oğlan az gidiyor çok gidiyor derken koyun sürüsüne rastlıyor.
Çobana selam veriyor, çoban da bu takmıyor sinirlenen Acayip oğlan buna da çıkışıyor ‘’ sen ölesin neden demiyorsun nerden gelir nereye gidersin’’
Kusura bakma delikanlı ‘’ nereye gidersin böyle’’
Nereye olacak devlerle savaşa gidiyorum
Madem gidiyorsun gel bende seni sınayayım, sana süt sağıp vereceğim eğer ben sürünün etrafın da yedi tur atana kadar bitirirsen devi alt edebilirsin yok eğer bitiremezsen o seni alt edebilir.
Çoban sütü sağıp acayip oğlana veriyor ve sürünün etrafında turlamaya başlıyor. Daha birinci turu atmadan acayip oğlan sütü için tası ta uzaklara fırlatıyor. Durumu gören çoban çok şaşırıyor. Acayip oğlana söyleyecek sözde bulamıyor.
Yola devam ediyor bu defa kunduracıyla karşılaşıyor, diğerlerinde olduğu gibi kunduracıda bunu pek takmıyor. Acayip oğlan buna kızıyor ‘’ neden demiyorsun nerden gelir nereye gidersin’’
Genç oğlan kusuruma bakma ayakkabıya dalmıştım ondan soramadım.
Zıkkımın kökü soramadım, nereye olacak devlerle savaşa gidiyorum.
O zaman gel ben de seni sınayayım delikanlı, eğer şu ağaçtaki şişi çekip çıkarırsan devi yenebilirsin, çıkamazsan işin zordur.
Acayip oğlan şişi tuttuğu gibi ağaçla birlikte ta uzaklara fırlatıyor.
Durumu gören kunduracı vay ağacım vay ağacım deyip uzaklaşıyor.
‘’Ağacın batsın ben devlerle savaşa gidiyorum sen ağaç ağaç diye sızlanıyorsun’’dedi acayip oğlan
İnsan kokusu almaya başlayan dev yine kızını çağırarak ‘’kızım hele insanoğlu yok mu etrafta dişimin kovuğu ağrıyor belki atıştırırdım biraz.
Devin kızı damın üstüne çıkıp sağa sola bakıyor, uzaklardan hafif bir toz duman yükseldiğini görüyor ve gelip babasına haber veriyor.
Baba insanoğlu görmedim ama çok uzakta hafif bir toz duman kalkıyor gibi.
Babası yine kızını önceki defa yaptığı gibi tembihliyor ‘’ kızım sepeti cevizle doldurup yolun üzerine bırak gelen insanoğlu eğer bunları avuçlayarak yiyip sonrada ağzını suya bandırarak içse o zaman beni yenebilir. Yok, öyle yapmazsa sıkıntı yoktur onu bir defa da yutarım
Devin kızı sepetinin cevizle doldurup yolun üzerine bırakıyor kendisi de bir köşe de gizleniyor. Acayip oğlan cevizleri görünce bunları avuçlayarak yiyip bitiriyor ve suyuna da ağzını bandırıp içiyor.
Kız hemen gidip durumu babasına iletiyor. Bu sözleri duyan dev korkmaya başlıyor.
Acayip oğlan gidip devin kapısına dayanıyor. Ey dev çık dışarı,
Dev korka korka dışarı çıkıyor ve ‘’ ne var ne istiyorsun’’
Seninle savaşmaya geldim.
Sıra ben de mi sen de mi?
Ev sahibi sensin ey dev sıra sendedir.
Dev acayip oğlanın üzerine atlıyor, acayip oğlan kendini yana çekiyor ve kılıcını çektiği gibi devin üç kafasını uçuruyor. Bir darbe daha vurarak diğer üç kafasını uçuruyor. Yere serilen devin karnını kılıyla deşip kardeşlerini çıkarıyor.
Siz nereye gitmiştiniz söyleyin bakalım.
Her biri acayip oğlanın başına bir şaplak vurup ‘’ dayımızın evine âşık oynamaya gitmiştik nereye gideceğiz başka.
Her yedi kardeş beraber devin kızının başına çullanarak ‘’ çabuk bize babanın hazinesinin yerini söyle yoksa seni öldürürüz’’
Ahıra gidip orda atın ayağının altında bir taş var tüm hazinesi o taşın altındadır
Gidip taşı kaldırıyorlar ve taşın altından çıkan kuyuya inmeye başlıyorlar. İndikçe vay biz yandık bittik diye bağırmaya başlıyorlar.
Acayip oğlan ‘’ durun ben ineceğim aşağına ne kadar bağırıp çağırsam da beni aşağı salmaya devam edin’’dedi  
Acayip oğlan sonunda aşağı iniyor ve yedi deve yükü hazineyi iple yukarı gönderiyor.
Diğer kardeşler niyeti bozun onu öldürmek istiyorlar ‘’ gelin kuyunun ağzını kapatalım çıkamasın, eve gidersek tüm foyamızı ortaya çıkarabilir’’ deyip kuyunun ağzını kapatıyorlar.
Acayip oğlan bakıyor gittiler bağırıyor taş uzak git, taş uzak git yoksa öyle bağırırım ki parça parça olursun.
Taşta kıpırdama olmuyor. Acayip oğlan öyle bir bağırıyor ki paramparça olup aşağı dökülüyor. Acayip oğla devin kızını kendisini kuyudan çıkarması için çağırıyor.  Kız korkudan hemen gelip onu kuyudan çıkarıyor.
Kuyudan çıkan acayip oğlan kardeşlerinin peşine düşüyor. Yolda bunları görüyor bakıyor ki yorulan kardeşleri her biri bir köşeye dağılıp yatıyor. Bunların tüm yükünü boşaltan acayip oğlan altınların yerine çalı çırpı taş ne bulduysa dolduruyor.
Uyanan kardeşler bakıyorlar ki yükleri biraz hafiflemiş, bunu dinlenmelerine verip yola devam ediyorlar.
Evin damına gelip anne ve babalarını çağırıyorlar anne baba halıları serin sizlere hazine getirdik servetinize servet kattık. Anne babaları hemen halıyı seriyorlar.
Altı kardeş damdaki pencereden yüklerini boşaltıyorlar çalı çırpı taş ne varsa evin içine doluyor, ağaç parçaları anne ve babalarının gözüne değiyor ve birer gözleri kör oluyor.
Hay sizler olmaz olaydınız ne getirdiğiniz hazine ne de yaptığın evlatlık olsun. Allah belanızı versin bizi kör ettiniz
Onlar bu haldeyken acayip oğlan bu defa damın üstüne geliyor ‘’ anne baba halıları serin size hazine getirdim’’ dedi.
Kızan annesi ‘’ kardeşlerin gözümüzü çıkardı zaten bir şey sermiyor.
Babası ‘’hanım hele getir ser diğer bir gözümüzü çıkardı buda diğerini çıkarsın ne yapalım’’ dedi
Acayip oğlan damdan altınları döküyor altınlarda biri babasının biri annesinin gözüne değip iyileştiriyor. Bunlar sevinçten uçuyorlar adeta. Hemen diğer hayırsız evlatları kovup sadece acayip oğlanı kendilerine evlat ediniyorlar ve böylece mutlu bir hayat sürdürüyorlar.






 Masal NEHRİ

Ali ve yedi devin masalı


Eski zamanların birinde küçük bir şehirde,  çok korkak ve pısırık bir adam ile karısı yaşarlarmış. Ali o kadar korkakmış ki kedi ve köpek korkusundan çarşıya bile çıkamıyormuş. Sürekli tandırın başında oturup tütününü içermiş.
Karısı ne yapar eder Ali’yi bir türlü dışarı çıkaramazmış. Komşuların verdiği sadaka ile geçiniyorlardı.
Çevredeki herkes tarafından korkak Ali diye tanınırdı.  Bu korkaklığı dillere destan olmuştu.
Eşi de Ali’nin herkes gibi yiğit olmasını istiyordu. Kocasının diğer kadınların kocası gibi çalışıp ekmeğini kazanmasını hayal ediyordu hep. Komşuların dalga geçmesi en çok onu üzüyordu. Bu duruma bir çare bulmak için gece gündüz düşünüyordu.
Bir gün konu komşu toplanıp Ali’yi dışarı çıkarmak için bir çare arayışına girdiler.  Ali’nin eşine sordular
‘’ Ali en çok neyi seviyor’’
-O en kurabiye ve börekleri sever. Bunları gördü mü ruhu tazelenir adeta.
-Biz gidip börekler, çörekler yapıp damdan aşağıya dökelim. Sende ona seslen de ki ‘’ dışarıda börekler yağıyor yetiş bizde toplayalım’’. O dışarı çıkar çıkmaz kapıyı üzerine kapa.
- fikriniz çok güzel, hemen işe koyulalım.
Komşular tüm hazırlıkları yaptılar ve kazanlar dolusu börek ve çörekleri alıp evin üstüne geldiler. Börekleri aşağı doğru dökmeye başladılar. Ali’nin eşi hemen işe koyuldu ve ‘’ Ali yetiş dışarıda börekler yağıyor’’ Ali böreklere baktı ama yerinden kalkmak istemedi.
-Hanım sen topla getir ben yerim.
Hanımı baktı Ali yerinden kalkan değil. Çocuklara börekleri toplamaları için işaret etti. Çocukların börekleri topladığı gören Ali’nin içi gitti. Dayanamadı ve kapıya doğru yöneldi. Ama yinede her adım işkence gibi geliyordu ona. Kapının önüne kadar zoraki de olsa gelebildi. Kapının önüne vardığında eşi hemen arkasından kapıyı kapattı.
Ali baktı kapı kapandı anladı bir oyun olduğunu. Kapıya dayandı ‘’ kadın kapıyı aç yoksa köpekler, kurtlar beni yiyecek birazdan’’ yalvardı yakardı ama kapıyı açtıramadı eşine. Börekleri yemeye gelen kedi ve köpekleri görünce korkusu daha da artıyordu.
-Vallahi bunlar şimdi parçalayacaklar.
Cesaretini toplayıp yerden bir taşı alıp köpeklere fırlattı. Taştan korkan köpekler sağa sola kaçıştılar. Onların bu halini gören Ali vay be ben erkekmişim kendimden haberim yokmuş, bu köpekler ben korkuyorsa her şey benden korkar.  Akşama kadar kapıda bekledi ama kapıyı açan yoktu.
Ali anlamıştı dışarıda kalacağını. Cebine börekleri doldurdu ve eşinden bir çuvaldız, bir avuç un ve birazda ip istedi. Eşi bunları kapının aralığından ona verdi. Karanlık çökünce Ali’de yerinden kımıldanmaya başladı. Şehrin sokakların doğru ilerledi. Sokakta birkaç köpek havlayarak üstüne gelmeye başladı. Ali korkusundan titriyordu artık sonunun geldiğini düşündü. Cesaretlenip yerden bir taşmak istedi yere eğilirken cebinden birkaç börek düştü. Bunların taş olduğunu sanan köpekler koşarak uzaklaştılar. Ali’nin güveni daha da yerine gelmişti ‘’ vay be bu canavarlar gece vakti benden korktuklarına göre benden daha yiğit biri yok bu alemde’’ dedi.
Tütünü yakmak için sağı solu gezdi ama bir ateş bulamadı. Aklı başından gitmiş gibi yoluna devam Ali bir baktı ki şehirden baya uzaklaşmış. Uzaklar da bir ışık gözüne çarptı. Kendini o ışığa doğru tuttu ve yoluna devam etti. Yol almasına rağmen bir türlü varamıyordu ışığa. Az gitti çok gitti sonunda bir dağın kenarında ışığa vardı. Geldiği yerde büyükçe bir ateşin etrafında yedi tane dev oturmuş sohbet ediyorlardı. Bunlara selam veren Ali rengini belli etmeden tütününü tüttürdü.
Devler şimdiye kadar böyle bir manzarayla hiç karşılaşmamışlardı. Gecenin bir vakti biri izinsizce aralarına gelip tütününü yakıyor ve dumanını da bunların yüzlerine üflüyordu. Ve bunu yapan da bir ademoğlu idi. Devler başka bir dilde kendi aralarında konuşmaya başladılar.
-Bu kimdir böyle, dev değil kesin, insan olsaydı bu şekilde aramıza dalamazdı. Bunda bir tuhaflık var. Nasıl oluyor da bu kadar korkusuz olabiliyor. kendi aralarındaki konuşma uzadıkça uzuyordu. Bunun cinlerin yiğidi olduğunu düşünmeye başladılar ve kemikleri titremeye başladı. Planlarını yaptılar ve onu uykuda kılıçları ve topuzlarıyla öldürmeye karar verdiler.
Devlerin en büyüğü sözü aldı ve ‘’ bu korkusuz misafirimiz gecenin bir vakti bu dağlara gelebildiğine göre oda artık bizim sekizinci kardeşimizdir’’ dedi.
Uykuları geliyormuş gibi yaparak yatmak istediklerini belli ettiler. Ali’ye de bir yer hazırladılar hemen.
Onlar odalarına çekildiler. Ali’de odasına geçti. Yatağına girdi ama yatak rahat gelmedi ona yorganını alarak karanlık odanın içinde bir köşeye çekilip yattı.
Gecenin bir vakti kapının sesiyle Ali uyandı baktı ki devler. Kılıçları ve topuzlarıyla ellerinde ne varsa döşeği dövüyorlar. Bir süre sonra onun öldüğünden emin olduktan sonra çıkıp gittiler.
Sabahleyin üç dev kahvaltı hazırlıklarını yapmak için dışarı çıktıklarında bir de ne görsünler Ali dışarıda yeni uyanmış esniyor. Çok şaşırdılar renkleri sarardı adeta. Büyük kardeşleri Ali’ye dönerek
-Hayırlı sabahlar ey sekizinci kardeş. Gece rahat uyuyabildin mi?
-Çok yorulmuştum gayet güzel yattım.
-Gece hiç uyanmadın mı?
- Gece bir ara birkaç pire ısırdı beni, onun dışında rahat uyuyabildim.
Devin yüreği büyük bir korku düştü ve hemen kardeşlerini etrafına toplayarak ‘’ bu nasıl bir varlıktır ki o kadar darbemize rağmen, bize diyor ki birkaç bit ısırığı dışında bir şey olmadı. Bu darbeler karşısında filler dayanamazdı. Söyleyin bana ne yapabiliriz’’ dedi. Sinirli bir ses tonuyla.
Kardeşler biri ‘’ hele biraz iyi geçinmeye başlayalım bakalım nasıl olacak’’ dedi.
Böylece bir barış ortamı süsü verdiler ve aradan birkaç gün geçti devler Ali’yi çağırarak ‘’ kardeş biliyorsun sende bizim kardeşimizsin, bizler sırayla filan dereye gidip içme suyu getiriyoruz, bugün sıra sende’’dediler.
Ali koca fıçıyı alıp suya gitti. Devler aliyi gönderiler ama baktılar ki bir türlü gelmiyor. Büyük dev kardeşlerinden birini seslenerek ‘’ hele git bak be neden gelmedi’’ dedi.
Küçük kardeş kaklı gitti. Ali’nin yanına vardığında sordu ‘’ nerde kaldın kardeş akşam oluyor neden gelmiyorsun’’ dedi.
-Hiç sorma kardeş  fıçıyı dolduruyorum ama dereyi çıkmadan suyu içip bitiyorum ve tekrar dönmek zorunda kalıyorum.
-Kardeş sen zahmet etme ben alırım artık.
Böylece Ali dolu kaldıramadığı suyu deve taşıtarak eve geliyor.
Ertesi gün sıra ağaç getirmeye geliyor. Bu defa Ali’yi ağaç getirmesi için ormana gönderiyorlar. Ali ağaç getirmeye gidiyor ama yine gelmiyor. Devler yine meraklanıp bir kardeşlerini Ali’nin ardı sıra gönderiyorlar. Devlerden biri Ali’nin yanına geliyor ve bakıyor ki Ali eline bir almış ormanın etrafını dolanıyor.
-Ne yapıyorsun Ali kardeş.
-Görmüyor musun ağaç getirmek için ormanın etrafını dolanıyorum. Hepsini bir defa alıp getireceğim.
-Hayır, Ali kardeş ormanın hepsini ne yapacağız. Dur ben birkaç dal toplarım alıp gidelim.
Dev hemen etraftan ağaçları topluyor ve evin yolunu tutuyorlar. Yolda dev Ali’yi de boynunun üzerine oturtuyor. Dev çok şaşırıyor, bu kadar güçlü biri nasıl böyle hafif olabiliyordu.
-Ali kardeş çok güçlü birisin lakin yükte çok hafifsin.
-Ben ağırlığımı hissettirmek istemiyorum sana.
-Hele biraz hissettir Ali kardeş bakayım ne kadar ağırsın.
Ali cebinden çıkardığı çuvaldızı hafifçe devin boynuna bastırıyor.
Boynu çok ağrıyan dev ‘’ vay vay öldüm Ali kardeş inandım sana ‘’ dedi.
-Bu ağırlığımın birazıydı fazlasını göstereyim mi?
-Hayır, kardeş inandım sana
Akşam durumu kardeşlerine açıyor dev. Diğerleri daha da çok korkmaya başlıyorlar.
Büyük kardeş ‘’ yarın meydan da gündüz gözüyle bunun gücünü sınayalım birde’’ dedi.
Sabahleyin toplanan devler Ali’yi de çağırarak ‘’ Ali kardeş hele biraz gücümüzü gösterelim.’’
-Nasıl göstereceğiz dev kardeşler.
-Avucumuza bir taş koyacağız ve onu sıkarak un haline getireceğiz.
Devlerin hepsini eline bir taş aldı ve sıkmaya başladılar. Ali’de eline aldığı taşı arkasında sıkıyormuş gibi yaparak, kesesinden bir avuç un ile değişiyor.
Herkes sırasıyla elini açıyor hepsinin elindeki taş toprak olmuştu ama Ali’nin elindeki taş un olmuştu.
Bunu gören devler daha da çok korkmaya başladılar. Ve aralarında bir toplantı yaptılar.
Büyük kardeş diğer kardeşlerine dönerek ‘’ bundan kurtulmalıyız artık, biz yalandan ayrılıyormuşuz numarası yaparak Ali’den kurtulabiliriz’’dedi
Ali’yi de çağırarak ayrılmak istediklerini söylediler. Ve onun payına düşen bir küp altını da vererek bir devin sırtına bindirip evine gönderiyorlar.
Devi Ali’yi getirip evine bırakıyor.
Dev Ali ile vedalaştıktan sonra evine giderken yolda tilki ile karşılaşıyor. Tilki devi görünce ‘’ nerden geliyorsun ey güçlü dev’’
-Ben yiğit Ali’yi evine bıraktım ve şimdi kardeşlerimin yanına gidiyorum.
-Yiğit Ali mi oda kimmiş?
Dev Ali’nin evini tarif ediyor.
Tilki bunları duyunca devle dalga geçiyor.
-Yahu ne yiğidi o bahsettiğin bu şehrin en korkak insanıdır.
-Nasıl olur tilki kardeş o çok yiğittir.
-O bir kediden bile korkar, inanmıyorsan beraber gidelim ben onu korkutayım.
-Hayır, tilki kardeş bir şartla seninle gelirim. Kuyruğunu ayağıma bağlayacaksın. Sana güvenmiyorsun kaçabilirsin.
-Peki, dev kardeş nasıl istiyorsan öyle yaparız.
Tilki kuyruğunu devin ayağına bağlayarak Ali’nin kapısının önüne gidiyorlar.
Dev kapıda gür bir sesle Ali’ye seslenerek ‘’ çık dışarı korkak Ali bizi kandırdın demek’’
Devin sesini duyan Ali kendinden emin bir tavırla
-Kadın bu devin kafası ona ağırlık yapıyor. Hele babamın o demir kesen kılıcını getir de bunun kafasını fırlatayım.
Bu sözleri duyan devin eli ayağı birbirine karışıyor ve tabana kuvvet diyerek koşmaya başlıyor. Ayaklarının altında bağırıp çağırıyor ama dev onu dinlemiyor bile ve onu bir sakız gibi ayaklarının altında eziyor.
Ali’de bu tecrübeden sonra bölgeye dev avcısı ile nam salıyor ve getirdiği altınlarla mesut bir hayat yaşıyor karı koca.


Masal NEHRİ